Zaten büyük olmayan salon tenha, loş. Büyüklüğüne şöyle bir değinilerek anons edilen ufak tefek, turuncu pabuçlu artist neredeyse utangaç, piyanosunun başına geliyor. Partileri şenlendiren tiplerden değil belli. Canlandırdığı dünya başka: Ellerini klavyeye bıraktığı an ona geçiyor. Tek tük çatal bıçak, bardan gelen mikser sesleri. O ise adına müzisyen denen ayrıcalıklıların aleminde çoktan. Başka bir dili olağanüstü bir güvenle örüyor.
Sesini bağırmadan yükseltebilmenin ne deneyim olduğu içimden geçiyor. Elle tutulurcasına işitilir olmak. Uçurumdan zirvelere her biçimde uzanan bir coğrafyanın nüanslarından geçirmek. Bir an öyle gözü pek, vahşi, an sonra usul akmak, duyguyu, düşünceyi tırmandırmak tırmandırmak, derken altına ağ filan germeden tepelerden aşağı salmak. Kendini bıraktığı anda bulmak.
Aynı anda böylesine bir kontrol ve özgürlük.
İmrenebilirim. Onun yerine piyanoyu böyle çalar gibi yaşamayı hayal etmeye koyuluyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder