Değişimin belirgin hale geldiği bir alan da okuma sıklığı (ve sıkılığı) oldu. Yılda 50-60 kitap okurken geçtiğimiz sene miktar yarısının altına düşmekle kalmadı. Okuduklarımın kendi içlerindeki ya da bunlara benim verdiğim kaya tırmanışı niteliği de çözülmeye başladı.
Su içer, nefes alır gibi okumaya isteğim de yoktu, ilgim, enerjim de dolayısıyla.
Okumanın, okuduğunu metabolize etmenin yerini sinsice çok farklı bir eğilim aldı: Açlığı, oraya buraya yerleştirilen abur cubur makinelerinden rastgele birine atılan bozuk para karşılığı pat diye ele düşen gofretle gidermeye çok benzer bir dürtü.
Olanca pofudukluğuyla İnternet’le oyalanma. Getirdiği hoş şeylerden (dünyanın dört bir yanından insanla hoşbeş, farklı kültürlerin bakış açıları, önerdikleri kitaplar, müzikler vb ile yeni şeylerle karşılaşma) yoksun kalmayacak kadar online olmakla yetinebilsem, günüme fazladan bir renk deyip yoluma devam edebileceğim bu takılma kısa sürede zıvanadan çıktı. Giderek daha fazla zamanımı almakla başladı. Orada kalmayıp başka şeyler yapma arzumu kemirmeye geçti. Bana hizmet edecekken ona hizmet ettiğim doymak bilmez bir talebe dönüştü.
Bağımlılığa.
Bu yuvarlanıp gidiş, kafamın içini de değiştirmekteydi. İşleyişini.
Çekim merkezi, eşitler arasındaki bir paylaşım olarak başlamışken “sahnede” kaldıkça (seyirci olmayı o kadar beceremem) kırılganlaşan özgüvenim onay, beğeni peşinde koşar oldu.
Aktif kullanıma alışık olan zihnim, en fazla özdeşleştiğim niteliklerinden birinden hızla uzaklaşıyordu: Çelişkileri, bağlantıları yakalama, yenilerini “örme” kıvraklığı. Bunun da yerini hipnotik bir seyir, gırtlağına kadar seyrettiğine gömülme eğilimi alıyordu.
Geriye baktığımda çok geçmeden bir çentik daha düştüğümü görüyorum. Sosyal onay isteği de an geldi, daha alt seviye bir takıntıya geriledi: Sıklığı giderek artan bir “Yeni ne var?” bakınmasına.
Madde bağımlılıklarından hiçbir farkı kalmamıştı. Başlarda beraberinde getirdiği cennetsi açılım, cehennemi bir daralmaya dönüşüyor, geride, doyurulma talebinde zorbalaştıkça zorbalaşan takıntının kendisinden başka şey kalmıyordu.
Bir yanda yiyecek, diğerinde serotonin seviyesini yükselten bir dürtü arasında “seçim” yapmaya bırakılan kobaylara dönmüştüm artık. Organizmanın birincil gereksiniminin karşılanması (açlığın giderilmesi) pahasına bağımlısı olunan anlık doyum peşinden giderek sonunda çatlayıp kalan laboratuar farelerinin yolunda koşar adım ilerliyordum.
Bana ne oluyor, sorusu öyle hemen uyuşmuyor. Tek tük başını uzattı, derken yoğun bir biçimde kafa yormaya başladım. (Yazdım da burada: Aynadakinden ibaret kalmak, Ağ, Sosyal obezite, Diyet vb.)
Amazon’da dolanırken dikkatimi birden çeken bir kitaba rastladım. Adını, hiç de benimle sınırlı olmayan bir dert vermişti: The shallows -What the internet is doing to our brains, Nicholas Carr.
Getirttim, yuttum.
Devam edeceğim.
Yaşasıııın.
YanıtlaSilBenim bildiğim Seda geri döndü. Bring it on MAAAAN