13 Ekim 2024 Pazar

İÇİMİZDEKİ YABAN

Psikoterapide bir eksen değişimi 1950’lerde Carl Rogers ile gelmiş. Onun Hümanist Psikolojisi o vakte dek hastayı bir ders kitabı konusu, terapisti de otorite olarak gören hakim yaklaşımı sorgulayıp sarsmaya başlamış. Hasta danışana dönüşürken terapistle arasında hiyerarşik değil, eşit bir ilişki öngörülmüş.

Eşit bir ilişkinin nedir gereği?

Karşıdakini kendi koşulları, kodlamaları, dili içinde anlamaya açılmak.

Aradan kendi bildiğini, doğrularını, ölçütlerini çıkarıp özneye kendi içinde odaklanmak.

Terapist böylece danışanın kendi kendisiyle ilişkisinde bir kolaylaştırıcı, moderatör konumuna gelmiş.

İnsanın çoğu zaman ihtiyaç duyduğu safi kulak. Yansız, yargısız. Sana kulak verildiğini hissetmek senin de kendi içinde hazır düşünceleri, teorileri, spekülasyonu bir yana bırakıp meselenin bamteline varlığının tümü ile inebilmene kapı açıyor.

Odaklanmayı sürdüren sorular, işitildiğini onaylayan sözcükler, sesler. Arada bol sessizlik, “boşluk.”

*

Alışılandan farklı bir konum edinen dinlemeyi bambaşka bir yaklaşım haline getiren de Eugene Gendlin olmuş. Carl Rogers ile çalışan, felsefe eğitimli bir psikolog Gendlin. Bir içgörünün, duyguların altında bedensel hislerin yattığı sezgisinin peşinden gitmiş. (Bugün bu sezgi kanıtlanmış bir olgu -bkz Duygular Nereden Geliyor başlıklı notum https://aksi-seda.blogspot.com/2021/05/duygular-nasil-olusur.html.) Oysa tersini, duyguların bedensel hislere yol açtığını düşünürüz, değil mi? Kalp çarpıntısı aşk mıdır, aniden fırlayan tansiyon mu? Fizyolojik bir şeyse onun altında ne vardır peki? Tetiklenen eski bir öfke, anı, korku?

Hislerimizi o anki yaşantımıza “iliklemeye” fazlasıyla alışmışız. Oysa olup biten arasında aklımız, fikrimiz, varsayımlarımıza hiç gelmeyen bambaşka bir ilişki ağı olabiliyor.

Gendlin içimizde olanlara, bu girift ağa bir giriş kapısı olarak bedensel hislere (felt sense) farkındalığı açan bir yöntem geliştirmiş: Focusing/Odaklanma. (Aynı adlı kitabını öneririm.)

Zihniniz-duygularınızda birden bir dalgalanma oluyor. Ne yaparsınız?

İlk güdümüz bir açıklama getirmektir, değil mi? Belirsizlikten hoşlanmayız. Acele tarafından, isabetine pek aldırmadan bunu yapar, elimizin altındaki varsayımları uysa da uymasa da diyerek yapbozun boş yerine -çokluk kanırtarak- oturturuz.

Ona kızmıştım da onun için.

Duyarsızlığı beni öldürüyor, tepem atmış, az mı?

Bu kadar darda olmasam kendimi böyle sıkışmış/kaygılı/huzursuz hissetmezdim.

Odaklanma bambaşka bir yoldan gidiyor. Farkındalığı bedene, verdiği belirgin hislere yöneltiyor.

Göğsümde bir sıkışma.

Orada kal, sadece izle; şiddeti, “biçimi,” dokusu. Şundandır bundandır demeden (dinlemenin-anlamanın katili bu) hissin değişimine açıl. Sen odaklandıkça nasıl değişiyor? Buna, derinliklerinden hiç kulak verilmemiş bir mesaj getiren haberciye yapacağın gibi dikkat kesil. Tıpkı iletişim kurduğun bir hayvanın dilsiz dili gibi aşama aşama anlaşılır olup seni ağzı açık bıraktığını göreceksin.

*

Odaklanma onlarca yıldır verimli bir şekilde uygulanagelsin, yakın tarihli araştırmalar beynin iki yarıküresinin organizasyon ve işlevsellik konusunda nasıl farklılaştığına ışık tutmuş. (Hayır, burada konu çoğu çürütülen sağ beyin-sol beyin mitleri değil.) İki yarıküre arasındaki bağlantıyı sağlayan kabuksu yapının (corpus callosum) bir tür trafik polisi gibi hareket ederek birinden birinin hakim olmasını sağladığı ortaya çıkarılmış. (Çift direksiyonlu sürücü eğitim arabalarını hatırladım.) Ve bunun bir beyni olan bütün yaratıklarda böyle olduğunu. Peki bunlar niye başka başka işlerlikler edinmiş ola ki? Çünkü (insanda ek olarak mantık, dil vd “bizi biz yapan”) sol yarıküre bir noktaya odaklanırken sağ yarıküre bir anda üst/genel algılayışla bütüncül bir kavrayış sunuyor.

Ve hayatta kalmamız noktadan bütüne, odaklanmadan yayılmaya her iki işleyişin vakitli ve gereğince çalışmasına, eşgüdümüne bağlı.

Araba kullanırken yanımızdakiyle sohbet eder, müzik dinler, hesap kitabımızı yaparız, bu sırada ani bir değişiklik bambaşka bir düzleme geçmemize yol açar. İçgüdü, sezgi, çeşit çeşit ad alan bir yanımız öne çıkar.

Buna Yaban Aklı diyen bir kitap okuyorum. (Wild Creature Mind, Steve Biddulph.) Tıpkı bir yaban hayvanı gibi, dili sözcükler olmayan ama edinilmiş bütün deneyimlerin kodlanıp kaldırıldığı, aynı zamanda geçmişimizin arşivi ama asıl yaşadığımız anı geniş-derin bir perspektifte kavrayan yanımız bu.

Ve mesajlarını bedensel hislerle veriyor.

Bir düşünceyi kafanızdan geçirin, ardından dikkatinizi bedeninizde olup bitene açın -ve susun!! Aceleye getirmemeyi öğrendiğinizde bu hissin yaprak yaprak açıldığını ve sizi soğanın cücüğüne getirdiğini göreceksiniz.

Bir yanından habersiz diğer yanınla tek taraflı yaşamanın yol açtığı çatışmalara, anlamama, yanlış anlamalara. Yaban yanımızdan bütün bütüne kopukluğun yarımlığına. Ve tersiyle gelebilecek bütünlenmeye.

(Bu kendi zamanını isteyen süreç konusunda önceki yazıdaki Hissetme İzni ile buradaki kitaplar, yer yer polisiye gibi okunan ve birçok taşı yerine oturtan ilginç kaynaklar.)

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder