Psikoterapide bir eksen değişimi 1950’lerde Carl Rogers ile gelmiş. Onun Hümanist Psikolojisi o vakte dek hastayı bir ders kitabı konusu, terapisti de otorite olarak gören hakim yaklaşımı sorgulayıp sarsmaya başlamış. Hasta danışana dönüşürken terapistle arasında hiyerarşik değil, eşit bir ilişki öngörülmüş.
Eşit
bir ilişkinin nedir gereği?
Karşıdakini
kendi koşulları, kodlamaları, dili içinde anlamaya açılmak.
Aradan
kendi bildiğini, doğrularını, ölçütlerini çıkarıp özneye kendi içinde
odaklanmak.
Terapist
böylece danışanın kendi kendisiyle ilişkisinde bir kolaylaştırıcı, moderatör
konumuna gelmiş.
İnsanın
çoğu zaman ihtiyaç duyduğu safi kulak. Yansız, yargısız. Sana kulak verildiğini
hissetmek senin de kendi içinde hazır düşünceleri, teorileri, spekülasyonu bir
yana bırakıp meselenin bamteline varlığının tümü ile inebilmene kapı açıyor.
Odaklanmayı
sürdüren sorular, işitildiğini onaylayan sözcükler, sesler. Arada bol
sessizlik, “boşluk.”
*
Alışılandan
farklı bir konum edinen dinlemeyi bambaşka bir yaklaşım haline getiren de
Eugene Gendlin olmuş. Carl Rogers ile çalışan, felsefe eğitimli bir psikolog
Gendlin. Bir içgörünün, duyguların altında bedensel hislerin yattığı sezgisinin
peşinden gitmiş. (Bugün bu sezgi kanıtlanmış bir olgu -bkz Duygular Nereden Geliyor
başlıklı notum https://aksi-seda.blogspot.com/2021/05/duygular-nasil-olusur.html.) Oysa tersini, duyguların bedensel hislere yol açtığını
düşünürüz, değil mi? Kalp çarpıntısı aşk mıdır, aniden fırlayan tansiyon mu?
Fizyolojik bir şeyse onun altında ne vardır peki? Tetiklenen eski bir öfke, anı,
korku?
Hislerimizi
o anki yaşantımıza “iliklemeye” fazlasıyla alışmışız. Oysa olup biten arasında
aklımız, fikrimiz, varsayımlarımıza hiç gelmeyen bambaşka bir ilişki ağı
olabiliyor.
Gendlin
içimizde olanlara, bu girift ağa bir giriş kapısı olarak bedensel hislere (felt
sense) farkındalığı açan bir yöntem geliştirmiş: Focusing/Odaklanma. (Aynı adlı
kitabını öneririm.)
Zihniniz-duygularınızda
birden bir dalgalanma oluyor. Ne yaparsınız?
İlk
güdümüz bir açıklama getirmektir, değil mi? Belirsizlikten hoşlanmayız. Acele
tarafından, isabetine pek aldırmadan bunu yapar, elimizin altındaki varsayımları
uysa da uymasa da diyerek yapbozun boş yerine -çokluk kanırtarak- oturturuz.
Ona
kızmıştım da onun için.
Duyarsızlığı
beni öldürüyor, tepem atmış, az mı?
Bu
kadar darda olmasam kendimi böyle sıkışmış/kaygılı/huzursuz hissetmezdim.
Odaklanma
bambaşka bir yoldan gidiyor. Farkındalığı bedene, verdiği belirgin hislere yöneltiyor.
Göğsümde
bir sıkışma.
Orada
kal, sadece izle; şiddeti, “biçimi,” dokusu. Şundandır bundandır demeden
(dinlemenin-anlamanın katili bu) hissin değişimine açıl. Sen odaklandıkça nasıl
değişiyor? Buna, derinliklerinden hiç kulak verilmemiş bir mesaj getiren
haberciye yapacağın gibi dikkat kesil. Tıpkı iletişim kurduğun bir hayvanın
dilsiz dili gibi aşama aşama anlaşılır olup seni ağzı açık bıraktığını
göreceksin.
*
Odaklanma
onlarca yıldır verimli bir şekilde uygulanagelsin, yakın tarihli araştırmalar
beynin iki yarıküresinin organizasyon ve işlevsellik konusunda nasıl
farklılaştığına ışık tutmuş. (Hayır, burada konu çoğu çürütülen sağ beyin-sol
beyin mitleri değil.) İki yarıküre arasındaki bağlantıyı sağlayan kabuksu yapının
(corpus callosum) bir tür trafik polisi gibi hareket ederek birinden birinin
hakim olmasını sağladığı ortaya çıkarılmış. (Çift direksiyonlu sürücü eğitim
arabalarını hatırladım.) Ve bunun bir beyni olan bütün yaratıklarda böyle
olduğunu. Peki bunlar niye başka başka işlerlikler edinmiş ola ki? Çünkü (insanda
ek olarak mantık, dil vd “bizi biz yapan”) sol yarıküre bir noktaya
odaklanırken sağ yarıküre bir anda üst/genel algılayışla bütüncül bir kavrayış
sunuyor.
Ve
hayatta kalmamız noktadan bütüne, odaklanmadan yayılmaya her iki işleyişin vakitli
ve gereğince çalışmasına, eşgüdümüne bağlı.
Araba
kullanırken yanımızdakiyle sohbet eder, müzik dinler, hesap kitabımızı yaparız,
bu sırada ani bir değişiklik bambaşka bir düzleme geçmemize yol açar. İçgüdü,
sezgi, çeşit çeşit ad alan bir yanımız öne çıkar.
Buna
Yaban Aklı diyen bir kitap okuyorum. (Wild Creature Mind, Steve Biddulph.) Tıpkı bir
yaban hayvanı gibi, dili sözcükler olmayan ama edinilmiş bütün deneyimlerin
kodlanıp kaldırıldığı, aynı zamanda geçmişimizin arşivi ama asıl yaşadığımız
anı geniş-derin bir perspektifte kavrayan yanımız bu.
Ve
mesajlarını bedensel hislerle veriyor.
Bir
düşünceyi kafanızdan geçirin, ardından dikkatinizi bedeninizde olup bitene açın
-ve susun!! Aceleye getirmemeyi öğrendiğinizde bu hissin yaprak yaprak
açıldığını ve sizi soğanın cücüğüne getirdiğini göreceksiniz.
Bir
yanından habersiz diğer yanınla tek taraflı yaşamanın yol açtığı çatışmalara,
anlamama, yanlış anlamalara. Yaban yanımızdan bütün bütüne kopukluğun
yarımlığına. Ve tersiyle gelebilecek bütünlenmeye.
(Bu kendi
zamanını isteyen süreç konusunda önceki yazıdaki Hissetme İzni ile buradaki kitaplar,
yer yer polisiye gibi okunan ve birçok taşı yerine oturtan ilginç kaynaklar.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder