6 Ekim 2024 Pazar

HİSSETME İZNİ

Belli ki cevabını almak değil, girizgah olarak kullandığımız için en sık sorup en fazla da geçiştirdiğimiz soru:

Nasılsın?

Psikolog Marc Brackett’in Permission to Feel kitabını okudum. Pek çok meslektaşı gibi o da temelde kendini iyileştirmek için bu alanı seçmiş. Çocukluğunda ağır ve uzun boylu zorbalık ile cinsel tacize uğramış. Tepkisini bildiği tek yoldan, öfke patlamalarıyla göstererek sabrını taşırdığı ailesinden destek ve ilgi de görmemiş. Ta ki bir amcası onu karşısına alarak gözlerinin içine bakıp karşılığına kulak kesilerek sorana dek:

Neler hissediyorsun?

O olmuş. Baraj yıkılmış. Bastırılmış ne varsa taşmış. Sonra bu derin içgörülü amcanın yol göstericiliğiyle yatağını bulmuş.

Brackett bugün Yale Üniversitesi Duygusal Zeka Merkezi başkanı. Hissetme İzni adı altında geliştirdikleri programla öğretmen ve ebeveynler başta, geniş gruplara eğitim veriyorlar.

*

Nasılsın?

Bana olumlu şeyler söyle ya da söyleyeceğin olumsuz şeyler gündelik, gelip geçici olsun. Cevabın 10 saniyeyi geçmesin ki asıl konularıma gelivereyim. Beni karmaşık, çetrefil yanıtlarla yüz yüze getirme!

Çünkü

1.     Niyetim asıl cevabını dinlemek değil.

2.     Bana bir sorun ya da müşkül durumla gelindiğinde sadece ve katışıksız bir şekilde kulak vermeyi hiç öğrenmemişim. İlle olumlu-olumsuz bir tepki, yorum, açıklama, çözüm beklendiği gibi yaygın bir beklentiyle benim de kafam doldurulmuş.

3.     Anlattıkların allah vermesin benim çuvaldızı kendime batırmamı ya da kendimde bastırdığım şeylerin kapağını açmamı isterse ne yapacağımı bilemem.

*

Nasılsın?

İyiyim de geç. Ya da bugün(lerde) biraz içim sıkılıyor. Kızgınım. Üzgünüm. Sen?

Soruyu geçiştirmeye öyle alışmışız ki hissettiğimizin derinlerine, nüanslarına girmemizi sağlayacak dağarcıktan yoksunuz.

Ama duygular gelip geçişleri kendilerinden ibaret kalmayan, düşünce yargı/vargı ne kadar zihinsel ve bilinçaltından ilerleyen süreç varsa demini, rengini, tadını veren oluşumlar. Düşüncelerin, kararların, tepkilerimizin altında nasıl işlediklerinin ayırdında olmamak yalnız kendimizi değil, karşımızdakini, ilişkimizi de anlamamızı güdük bırakıyor.

*

Yüzeyden derine, kabadan inceye doğru inişte Brackett dörtlü bir grafik öne sürüyor. Eksi 5 ile + 5 arasında değişmek üzere yatay hattı nahoş-hoş, dikey hattı da enerji derecesi olan bir grafik bu. Nerede olduğunuzu yerleştirmekle yola koyulabileceğiniz bir harita.



Yüksek enerjili nahoş hisler üst soldaki kırmızı, hoş hisler yanındaki sarı dörtgende yer alıyor. Alt solda enerjisi düşük nahoş hisler mavi, hoş hisler de yanındaki yeşil alanda.

İyi bir başlangıç noktası.

*

Kolları buradan itibaren sıvayabiliriz.

Ama ilk iş, duygu yargıcı olmayı bırakıp duygu bilimci gibi yaklaşmaya bakmak. Ne kadar yoğun olursa olsun, duygular bilgiçliğe, parmak sallamaya, büyüklenmeye vs gelmez, biliyoruz. Dile geleceklerse bunu ancak onlara açılacak, peşin hükümlerin olabildiğince geri çekildiği bir alanda yapabilirler.

İngilizcede izlenecek adımların ilk harflerinden akılda kalıcı bir isim çıkarmışlar: RULER

Buna göre şöyle bir gidiş ortaya çıkıyor:

 

Ayırdına varmak

Anlamak

Adını koymak

İfade etmek

Ayar vermek

 

Kağıt üzerinde pek derli toplu görünmekle birlikte yaşarken doğal olarak iç içe geçen teorik bir akış.

Anlamadan yapıştırılacak itirazları vs askıya alacak şekilde her bir adımı açıklığa kavuşturmak önemli.

Duyguları bastırmaya, ancak çok dar bir çerçevede görünür-bilinir olmasına izin vermek öyle köklü bir alışkanlık ki çok büyük bir bölümünü anımsanan-anımsanmayan silik bir rüya kadar algılayıp geçtiğimizi sanıyoruz. Oysa oradalar, varlıkları tanınmadıkça ayaklarımıza, boynumuza dolanmakta, kendimizi oyalamaya bir ara verdiğimiz an ümüğümüze çökmekte.

Önce bir durup hissettiklerimize, bunların bedendeki izlerine kulak vermeli.

Duygu bir akış olduğu için öncesi-sonrasını akıldan geçirmeli: Nelerden nasıl süzülerek belirmiş?

Adını koymaya gelince, bu işi ne kadar kaba saba yaptığımızı yukarıdaki grafiğin numunelik bir dağarcık yerleştirilmiş hali önümüze koyuyor.



Dile getirilemeyen şey bilince de getirilemez: Bize neyin nasıl olduğunu gösterecek olan nüanslı bir kavrayış.

Öfke! Öfkenin çeşit çeşit hali var, hangisi? Başlı başına bir duygu olmadığına göre altında yatan ne?

Hissetme izni hiçbir şekilde bunu arkana alıp ortalığı yakıp yıkma, çamlar devirme, kasırga gibi esme izni değil. Etki ile tepki arasına boşluk koymak bizi zurnanın zırt dediği deliğe getiriyor: İfadenin ayarı. Dışa nasıl vurulacağı.

*

Evet, biliyorum, “gerçek” hayat başka şey, teori başka, pratik başka ama

1.     Bir işin göründüğü kadar kolay olmaması ona hiç eğilmemeyi gerektirmez

2.     Her şey gibi bu da bir fırsat tanıma, deneme, değerli bir yanı bulunacak olursa da uygulamayı sürdürme, olabildiğince hayata geçirme meselesi.

Bu düşünceyle böyle uzunca paylaşmak istedim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder