Belli ki cevabını almak değil, girizgah olarak kullandığımız için en sık sorup en fazla da geçiştirdiğimiz soru:
Nasılsın?
Psikolog
Marc Brackett’in Permission to Feel kitabını okudum. Pek çok meslektaşı
gibi o da temelde kendini iyileştirmek için bu alanı seçmiş. Çocukluğunda ağır ve
uzun boylu zorbalık ile cinsel tacize uğramış. Tepkisini bildiği tek yoldan,
öfke patlamalarıyla göstererek sabrını taşırdığı ailesinden destek ve ilgi de
görmemiş. Ta ki bir amcası onu karşısına alarak gözlerinin içine bakıp
karşılığına kulak kesilerek sorana dek:
Neler
hissediyorsun?
O
olmuş. Baraj yıkılmış. Bastırılmış ne varsa taşmış. Sonra bu derin içgörülü
amcanın yol göstericiliğiyle yatağını bulmuş.
Brackett
bugün Yale Üniversitesi Duygusal Zeka Merkezi başkanı. Hissetme İzni adı altında
geliştirdikleri programla öğretmen ve ebeveynler başta, geniş gruplara eğitim
veriyorlar.
*
Nasılsın?
Bana
olumlu şeyler söyle ya da söyleyeceğin olumsuz şeyler gündelik, gelip geçici olsun.
Cevabın 10 saniyeyi geçmesin ki asıl konularıma gelivereyim. Beni karmaşık,
çetrefil yanıtlarla yüz yüze getirme!
Çünkü
1.
Niyetim asıl cevabını dinlemek değil.
2.
Bana bir sorun ya da müşkül durumla gelindiğinde sadece ve
katışıksız bir şekilde kulak vermeyi hiç öğrenmemişim. İlle olumlu-olumsuz bir
tepki, yorum, açıklama, çözüm beklendiği gibi yaygın bir beklentiyle benim de
kafam doldurulmuş.
3.
Anlattıkların allah vermesin benim çuvaldızı kendime
batırmamı ya da kendimde bastırdığım şeylerin kapağını açmamı isterse ne
yapacağımı bilemem.
*
Nasılsın?
İyiyim
de geç. Ya da bugün(lerde) biraz içim sıkılıyor. Kızgınım. Üzgünüm. Sen?
Soruyu
geçiştirmeye öyle alışmışız ki hissettiğimizin derinlerine, nüanslarına
girmemizi sağlayacak dağarcıktan yoksunuz.
Ama duygular
gelip geçişleri kendilerinden ibaret kalmayan, düşünce yargı/vargı ne kadar
zihinsel ve bilinçaltından ilerleyen süreç varsa demini, rengini, tadını veren
oluşumlar. Düşüncelerin, kararların, tepkilerimizin altında nasıl
işlediklerinin ayırdında olmamak yalnız kendimizi değil, karşımızdakini,
ilişkimizi de anlamamızı güdük bırakıyor.
*
Yüzeyden
derine, kabadan inceye doğru inişte Brackett dörtlü bir grafik öne sürüyor. Eksi
5 ile + 5 arasında değişmek üzere yatay hattı nahoş-hoş, dikey hattı da enerji derecesi
olan bir grafik bu. Nerede olduğunuzu yerleştirmekle yola koyulabileceğiniz bir
harita.
Yüksek
enerjili nahoş hisler üst soldaki kırmızı, hoş hisler yanındaki sarı dörtgende
yer alıyor. Alt solda enerjisi düşük nahoş hisler mavi, hoş hisler de yanındaki
yeşil alanda.
İyi bir
başlangıç noktası.
*
Kolları
buradan itibaren sıvayabiliriz.
Ama ilk
iş, duygu yargıcı olmayı bırakıp duygu bilimci gibi yaklaşmaya bakmak. Ne kadar
yoğun olursa olsun, duygular bilgiçliğe, parmak sallamaya, büyüklenmeye vs
gelmez, biliyoruz. Dile geleceklerse bunu ancak onlara açılacak, peşin hükümlerin
olabildiğince geri çekildiği bir alanda yapabilirler.
İngilizcede
izlenecek adımların ilk harflerinden akılda kalıcı bir isim çıkarmışlar: RULER
Buna
göre şöyle bir gidiş ortaya çıkıyor:
Ayırdına
varmak
Anlamak
Adını
koymak
İfade
etmek
Ayar
vermek
Kağıt
üzerinde pek derli toplu görünmekle birlikte yaşarken doğal olarak iç içe geçen
teorik bir akış.
Anlamadan yapıştırılacak itirazları vs askıya alacak şekilde her bir adımı açıklığa kavuşturmak önemli.
Duyguları
bastırmaya, ancak çok dar bir çerçevede görünür-bilinir olmasına izin vermek
öyle köklü bir alışkanlık ki çok büyük bir bölümünü anımsanan-anımsanmayan
silik bir rüya kadar algılayıp geçtiğimizi sanıyoruz. Oysa oradalar, varlıkları
tanınmadıkça ayaklarımıza, boynumuza dolanmakta, kendimizi oyalamaya bir ara
verdiğimiz an ümüğümüze çökmekte.
Önce
bir durup hissettiklerimize, bunların bedendeki izlerine kulak vermeli.
Duygu
bir akış olduğu için öncesi-sonrasını akıldan geçirmeli: Nelerden nasıl
süzülerek belirmiş?
Adını
koymaya gelince, bu işi ne kadar kaba saba yaptığımızı yukarıdaki grafiğin numunelik bir dağarcık yerleştirilmiş hali önümüze koyuyor.
Dile
getirilemeyen şey bilince de getirilemez: Bize neyin nasıl olduğunu gösterecek
olan nüanslı bir kavrayış.
Öfke!
Öfkenin çeşit çeşit hali var, hangisi? Başlı başına bir duygu olmadığına göre
altında yatan ne?
Hissetme
izni hiçbir şekilde bunu arkana alıp ortalığı yakıp yıkma, çamlar devirme,
kasırga gibi esme izni değil. Etki ile tepki arasına boşluk koymak bizi
zurnanın zırt dediği deliğe getiriyor: İfadenin ayarı. Dışa nasıl vurulacağı.
*
Evet,
biliyorum, “gerçek” hayat başka şey, teori başka, pratik başka ama
1.
Bir işin göründüğü kadar kolay olmaması ona hiç eğilmemeyi
gerektirmez
2.
Her şey gibi bu da bir fırsat tanıma, deneme, değerli bir
yanı bulunacak olursa da uygulamayı sürdürme, olabildiğince hayata geçirme meselesi.
Bu
düşünceyle böyle uzunca paylaşmak istedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder