Beni böylesine yekpare
alıp götürmeleri hastalandığımda başladı. Başka hiçbir şeye halim yoktu.
Yataktan kalktığımda verandada oturuyor, onları seyrediyordum.
Maskaralıklarıyla eğlenirken çekimleri derinleşti.
Ensiz bahçe duvarına bu
sanki su yatağıymış, yayılabilecekleri en konforlu şeymiş gibi, onu kah döşek
kah yastık ederek uzanmaları. Bahçede seçtikleri yerler. Adını kedi çukuru koyduğum
ufak çöküntü (pusu kurmak ve gözlerden uzak uyuklamak için ideal). Mazıların
altı. Verandanın orası burası.
Bedenlerinin neredeyse eriyik
bir hale geldiği sonsuz gevşeme ile lazer keskinliğinde dikkat, teyakkuz
arasında bir andan ötekine gidip gelişleri.
Konsantrasyonları! Bölünmemiş
bir odaklanma. Kulaklarını, gözlerini, bunlarla beraber (500 tane olduğu
aklımda kalmış) kaslarını mikro hareketlerle andan ana ayarlarken gözlerden
kaybolmalarını sağlayan heykelleşme.
Onları tek tek
seyretmekten hiç sıkılmazken bir de kendi aralarındaki iletişim. İnceliklerine
yavaş yavaş vardığım sinyalleri, birbirlerini tartış, ittifak ve rekabetler.
Bahçenin müdavimleri
feleğin çemberinden geçmemiş birkaç aylık yavrular. Ardına kadar açık yusyuvarlak
bakışlarındaki henüz sadece soru ve hayret.
Oyunları! Salıncak
ettikleri asma. Mazıların yere değen dallarını arkasına geçip ani hücum ve duruşlarla
kedi hayaletleri gibi kımıldatışları. Açıktaki kovalamaca ve güreşler. Kukla
tiyatrosu!
Yeni anne olmuş sefil kedi
Kırpık ile başladığım bu yılki beslenme desteği o kaybolduğunda başka bir ana
kediyle devam etti. Benekli. Yiyeceğini savunmuyor, başkaları geldiğinde geri
çekiliyordu. Seçip ayrım gözetmeye devam ettim. Hoşuma giden ve yaşam iradesi
zayıf olanları. Ama böyle seçilmiş her biri ortadan kayboldu. Sonuncusu, gözü
pek ama mama konusunda aldırışsız Latte idi. Bir deri bir kemik. Bir sabah bahçe
duvarında karnını açarak okşayan elimin altına yayıldı. Sonmuş. Bir daha
görünmedi.
Kardeşi, çizilmiş kadar
düzgün, uzun tüyleriyle İspanyol soylularının fırfırlı yakalarını andıran beyaz
göğüslü, beyaz maskeli suratıyla Felix yabaniydi -zaten seçtiğim de değildi. Latte’nin
yerini çabucak aldı. Geldi, gönlümün ortasına kıvrıldı.
Şimdi birbirimize
bayılıyoruz. İyi huylu bir oğlan, yumuşak, meraklı, oyuncu. Sabah tayınında ona
birkaç dakika avans vererek diğerlerini (tekir, kara ve “Battaniye”) uzak
tutuyor, sonra, buyrun, servis avama da açıldı diyorum. Öğrendiler. Sabah sabah
bir tek Felix ayağıma dolanıyor, diğerleri efendice sıralarını bekliyor.
Uzlaşabildiğimiz de bundan
ibaret. Onlar kedi, ben insan.
Ama bol bir entari
gibi kendimden sıyrılıp seyirlerine daldığımda onlar kadar tek parça, bölünmemiş olmanın
derin doyumunu sunuyor kediler alemi.