Dipsiz bir sükunete uyandım.
Güneş şemsiyem bulutlar, balkonda sabah.
İleri giden iç saatimle bugünü pazartesi sanıyordum,
pazarmış. Zamanın acelesi yok burada. Dış gereklerin baskısı (yetişme ya da
umuma ayak uydurma) yerini elini neye atıyorsan ona hakkını vermeye bırakıyor.
Eylemekse eylemek, avarelikse avarelik.
Zamanın böyle birden bollaşıp bereketlenmesi
otlardan, çalılardan temizlenen bahçenin havalandırılması gibi. Ektiğin,
diktiğin şeylerin etrafı açılmış, nefes alır, beslenir hale gelmiş.
Düşüncelerin, duyguların, algıların, ilişkiler
ve iletişimin.
Tabii eğer kafanın dışına çıkıp olan’a kulak
veriyor (olan’ı doğru bildiğin gibi oldurmaya kalkmıyor) isen.
Yok eğer gözünü kulağını sıkı sıkı kapayıp
karşındaki, ortam, hasılı hayat ile iletişim kurmak yerine kendi kafanın içinde
yaşayıp gidiyorsan işin zor.
Çok zor!
Önündekini kendisi olarak dinlemek, anlamak ve buna
(tepki değil) karşılık vermek yerine elinde kurallarının, ilkelerinin,
önceliklerinin süzgeciyle yaklaşırsan. Haklı-haksız, doğru-yanlış terazisini sürekli
bir Demokles kılıcı edersen. Senin gibi olmayanı senin gibi olmamaya
bırakamazsan..
Vesaire.
Hasılı ona kendini ifade edeceği alanı tanımaz,
bir yandan da huzura kavuşman için şöyle ya da böyle davranmasını beklersen.
İşin çok çok zor.
Şu şöyle, bu kimse böyle olursa iyi olacağım
dediğin an ağırlık noktanı yanlış, çok hassas, seni deviriverecek bir noktaya
ittin demek. Bunu bin bir gerekçe ile akla uydurabilirsin.
Başladın mı çünkü’leri
uzayıp giden bir ipe dizmekten kolayı yok.
Ama her bir “Ben böyle istiyorum, çünkü..” yeni
bir doğru-yanlış, haklı-haksız hesabı oluyor. Böyle olmalı çünkü ben
haklıyım.
İletişimin iki katili varsa biri kafanın dışına
çıkıp karşındakine açılmamak, sözü ona bırakamamak, diğeri ben
doğruyum/haklıyım çıkış noktası.
Hakkını aradığın durumlarda bile aşırı
gerginlik yaratan bir şey çünkü aklın hakkın ve onu korumada, koruyamama,
kendini savunamama endişesinde.
Düşünceler, hisler, tepkiler o vakit soluksuz
birbiri üzerine yığılırken nefes alacak, rahatlayacak alan bırakmıyorsun
kendine.
Oysa bu sıkışıklıktan sadece yeni sorunlar ya
da mevcutların tekrarı doğuyor, asla ilham ve makul, yaratıcı çözümler değil
-bunlar ancak taze ve esnek bir iletişimden geliyor gelse gelse.
Böylece derdin kendini savunmakken kendi canına
okuyor, bunu da karşındakinden biliyorsun.
İş “kendim” olunca savunduğun kağıttan, kumdan
kulelerden ibaret.
Bırak.
Çık dışına. Derin bir soluk al.
Seni geren ne birileri ne koşullar.
Sonu gelmez senaryoların, kurguların seni
gerenler.
Sal hepsini.
Yanlış şeyleri besleme.
Taze taze iletişimi besle.
Karşındakine alan aç. Duy, işit. Sindir.
Sonra karşılığını ver. Evet’in de hayır’ın da, devam
et’in de, orda dur!un da karşılıklı iletişimden kaynaklansın, kafanın içindeki
kesintisiz gevezelikten değil.
Şurası, şu sabahın engin sükuneti de bunu
esinlemezse artık bilmem ne esinler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder