Akşamüzeri Gündoğan’da buluştuk. Güzelim
pastırma yazında ıssız mı ıssız. Midyeci Şehmus’ta. Salaşo-şık bir kıyı
lokantası. İstiridye kabuğu biçimli mönüsü damaktan önce söylenişleriyle dilde
şehvet uyandıran olmadık çeşitlemelerle dolu (en sıradanı midyeli cafe de
Paris). Sahibi Mardinliymiş.
Mardin ve midye. Paylaştıkları üç harf dışında
hiçbir ilintisi olmayacak iki şey.
Selmin Şehmus’a ben de Mardinliyim, dedi,
Mardinlilerin nasıl midye denince ilk akla gelenler olup çıktığını sordu.
Şehmus omuzlarını silkti. Bir hikayesi yoktu. İstanbul’a
ilk göçenlerden birileri hasbelkader midye satmaya başlamış, bakmışlar oluyor,
arkadan gelenlere yol göstermişler.
Yoğun bağlar içindeki bir toplulukta tesadüfün
yarattığı başka bir üç harfli: Mem.
İlginç!
*
Bach’lı otobüs motoru
(24.10.2019)
Güven Parkın oradaki otobüs duraklarındayım.
Gece. Ortalık pek tenha. Otobüs (belki de beklediğim) durağa yanaşır, kimse
olmadığı için durmadan geçerken hemen bitişiğindeki üzeri kapalı geçide
giriyorum. Otobüsün çıkardığı seste bir şey dikkatimi çekiyor. Acaba mı? Kulak
kabartıyorum, evet! Gaz-debriyaj-değişen vites-yeniden gaz; temposu ve motor
sesinin yaklaşabildiği kadar (rahat rahat yeterince) melodisiyle Jesu Bleibet
Meine Freude’yi çalıyor. Tesadüf mü? Gidecekken kalıp bekliyorum. Her gelen
otobüste aynı şey oluyor.
İçim sevinçle dolup taşıyor.
Etrafıma bakınıyor, paylaşacak birilerini arıyorum. Ama kimse yok.
Etrafıma bakınıyor, paylaşacak birilerini arıyorum. Ama kimse yok.