Şu bir vakitlerinin
köyünün sokakları gibi bir ülke işte. Kargacık burgacık, dolambaçlı,
genişleyeceği yerde daralıp daralacağı yerde genişleyen. Onarıla bozula delik
deşik. Ortak çıkara, iyiliğe göre planlanmak yerine arazi sahibinin keyfi,
esnetilen sınırlarına göre oradan buradan açılmış, iki nokta arasını
dolandırdıkça dolandıran sokaklar. Yutulan yeşilin eksik olmayan hafriyatı,
evlerin kesintisiz tadilatıyla toz toprak içinde sokaklar.
Doğruluğun değil, eğri
büğrülüğün kural olduğu sokaklar.
Ama böyle.
Ortalığa klinik bir
netlikle baktığında mevcut, paslı bir çivi gibi batıyor gözüne. Olması
gerekenle aradaki açık dünyalar yutar.
Mesafeler de ayarsız
burada. Yakınlığın istila halini alması işten değil. Fakat güvenli mesafenin
korunduğu yerlerde de hiç olmadığı kadar destekleyici, kollayıcı, iç ısıtıcı.
Böyle.
Şimdi sen ölçütlerin ve bu
ölçütlerin sağladığı korunmuşluk alanınla girersen dünyan da kararır, için de
daralır.
Değmekten kaçındıkça
sürünür, bulaşır burası. Sokulur, ağzından burnundan girmeye başlar.
Kaçındıkça sen daralır,
silinir, eski bir kumaşın son renk lekesi gibi uçar gidersin.
Sal.
Güdülerinin bağırdığının
tam tersini yap.
Dokun.
Temas kur.
Bırak içinin artan
soğuğunu kaynaşmanın bunaltsa da yaşamak demek olan sıcağı alsın. Olacaksa
sürtüşme de olsun ama değ.
Değmedikçe için çekiliyor,
kuruyorsun. Ağzının tadı, yaşama iradenin gücünden oluyorsun. Saçmalığın
anlamsızlığını kıyasıya yargıladıkça anlam yaratma becerin gidiyor.
Doğrularını koy bir
kenara, peki şu eğrilikler ne sunuyor, kulak ver.
Sözüm hem sana hem bana.
Sen sen ol ama sen
olmayanla da bağını sürdür.
Yoksa bu sokaklarda işin
çok zor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder