5 Nisan 2019 Cuma

BUYURUN KARŞI KEFEYE

Seyrediyorum. O yanım, kaygı ile loşluk arasında tizleşip pesleşerek uzayıp giden bir nota gibi. Kendisi olarak işitilmediğinde de varlığını hissettiren neredeyse kesintisiz bir fon oluşturuyor. Bir sindirimsizlikten geri kalan mı desem, insanın içini hiç sivrilmeden oymayı iyi bilen bir ruh kazıntısı mı? Usul usul nahoş.

Bu fon ve arkasındaki dinamo algıları kendi tonuna boyuyor. Loşlaştırıp boşlaştırıyor. Hayatı tutunması zor, cilalı, dik açılı bir yüzeye çeviriyor.

Algılar ve dünyaya onların ardından bakış bir saydam (diyapozitif) projektörüne benziyor. Projektörü fişe taktığınızda verdiği beyaz bir ışıktan ibaretken saydam çekmecesini yuvasına yerleştirdiğinizde perdeye ardı ardına bunların içeriği yansır ya. Kalabalık bir aile toplantısının sesleri kulağa geri getiren şenliği. Fırtınalı bir deniz. Kapıdan çıkacakken yakalanmış bir yüzün yüklü ifadesi. Dağlar tepeler, sokaklar, evler, iç ve dış.

Algı, düşünce ve hisler de birbirinin ardı sıra belirerek zihnin başka türlü dingin, uyanık, engin yatağında sahneyi-perdeyi kapıp aynını yapıyor, dünya alem ve duyumsanacak olan bundan ibaretmiş hissiyle insanın içini kendisiyle kaplıyor. Sürdüğü sürece hayat o: Sevinç, heyecan, korku, endişe, sevgi, itme.

Bazen, belki dönem geçişlerinde algı objesi değişse de oluşturduğu duygu fonu sürüyor. Terazinin bir kefesi.

Onu bir yana eğildikçe eğilmeye bırakmak insanın gücünü emiyor. Şevk, ilgi, merak düşerken kayıtsızlık ve uzaklaşma isteği artıyor.

İşte o vakit terazinin karşı kefesini hatırlamak gerek. Diğerini boşaltmaya, ıslah etmeye hiç çalışmadan karşı kefeye ağırlık taşımak. Aydınlığı hatırlayarak, olumluyu vurgulayarak, döne döne.

Aynı insana/şeye bu iki kefe ardından baktığımda gördüklerim ve tepkim geceden güne dönüyor.


Ağırlığı bir kefeden ötekine verdiğimde fonun iç oyuculuğu bile açılıyor da yerini bu diyapozitifler panayırının ötesindeki geniş alana bırakıyor sanki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder