O halde başlıyoruz, dedi.
Asistanını çağırdı:
Büyük boy bez afiş
hazırlatalım.
Eve, yerlerinden indirerek
yeni/son güzergahlarına göre ayırdığımız eşya ile karışarak boşalan mekana döndüm.
Ellerimizde on yılların
dolap isi, uyum içinde çalışıyoruz Selil’le. Hiçbir alıp vereceği olmayan, aynı
zamanı, aynı ortamı yaşamış, anıları ortak, varlıkları destek kardeşler.
Ayıklıyor, sınıflandırıyor, dağıtıyor, toparlıyoruz. Yüreğimiz birlikte
ağırlaşıyor, ağırlaşıyor. Üzerine titrenmiş bir yuvayı bir çırpıda tasfiye
etmek geçmişe dönük bir saldırganlık gibi geliyor. Dolaplar dolusu saklanmış,
korunmuş şeye şöyle bir bakıp yolcu etmek. Yeni yerlerine, yeni sahiplerine,
çöpe.
Ellerimize sabun, hızımıza
kutu, torba, sökün eden anılara, derinlerde çöktüğü yerlerden kabarıp yüzeye
vuran izlenimlere yürek dayanmıyor. Koza lif lif çözülüyor.
Fotograflarla mektupları
akşamlara bırakıyoruz. Rastgele akışlarıyla zaman içinde pire gibi sıçrıyor,
deve gibi çöküyor, şaşıyor, sarsılıyor, gözlerimizden yaş gelerek gülüyoruz.
Nesnelere elimize bulaşan
da bulaşan is misali sinmiş anlamlara, verilmiş öneme bakıyor, hoyratça
hızımıza üzülsek de bu biriktiriciliğin ne yük olduğunda birleşiyoruz. Dağıtmak,
yok etmek bir yandan da özgürleştirici.
Sabahları içimiz de
bedenlerimiz de ağır kalkıyoruz. Taş taşımışız sanki. Ankara’nın ortasında
olduğumuz kırk ikindileri gibiyiz. Sağanak, gök gürültüsü, karanlık. Derken
birden bulutların arasından olanca ışığı, sıcağıyla sıyrılan güneş. İzlerini
elden geçirdiğimiz, anladığımız-hiç anlayamadığımız, ama hiç değilse
kavranabilir bir şey olduğu yanılsamasını da düş kırıklıklarıyla birlikte
çöplerin yanına bıraktığım ve barışmayı seçtiğim hayat.
Ona yer açmak.
Bez afişe hazırlanmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder