Gelen önerileri bir yana bıraktım. Kedi ile yavruları
benim için isimsiz kaldı. Asıl kediyi,
anayı tizden pese kıvranarak açılan, gıcırtı, inilti karışımı metalik, hayvani
bir sesle çağırıyorum. Bununla bazen küçük
bazen kızım diye sesleniyorum, bazen
kelimeleri bütün olarak bile kullanmıyor, harf ya da hece eksiltiyorum ama hiç
önemi yok çünkü kedi sese karşılık veriyor –ok gibi kopup geliyor.
Başı hizasına eğilip burnumu burnuna dokundurmak gibi bu;
insanı biraz kenara itip daha dolaysız bir iletişim kurmak.
Suratının, bedeninin su gibi bir akıcılıkla şekilden
şekle girerken beni de çağrışımdan çağrışıma sürüklemesine bakıyorum da..
kaplan yürüyüşü, çita hamlelerine, kulakları, bacakları, gözleri, bıyıklarıyla ara
ara tavşan, timsah, aslan, vaşak, Mısır kedisi, fok, yılan ve mitolojik
varlıkları andırışına, izlenimlerin kademeli geçişli saydam gösterisinde gibi
yerlerini birbirlerine bırakışına.. isim koymuş olsam ifadesindeki değişimleri
aynı doğrudanlıkla algılayabilir miydim diyorum.
Çünkü isim elimizde bir tür kemende dönüşmüyor mu? Bir
iki heceyle bir insanı, varlığı kavradığımız yanılsamasına? Sonra da bu
yanılsama ardından bakmıyor, böylece kim bilir nice taze an’ı ve gürül gürül
sürekli değişimi kaçırmıyor muyuz? Arkadaşım Seda dediğimde o Seda, bu insanla kişisel deneyimimin bir
şey ifade etmeyecek kadar ortalanmış, sıradan, yavan bir özetine indirgenmiyor
mu?
Görüşümü perdeleyen bir isim kediyle arama girmediğinde
onu bir ırmak olarak izliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder