28 Temmuz 2017 Cuma

İSİMSİZLER

Gelen önerileri bir yana bıraktım. Kedi ile yavruları benim için isimsiz kaldı. Asıl kediyi, anayı tizden pese kıvranarak açılan, gıcırtı, inilti karışımı metalik, hayvani bir sesle çağırıyorum. Bununla bazen küçük bazen kızım diye sesleniyorum, bazen kelimeleri bütün olarak bile kullanmıyor, harf ya da hece eksiltiyorum ama hiç önemi yok çünkü kedi sese karşılık veriyor –ok gibi kopup geliyor.



Başı hizasına eğilip burnumu burnuna dokundurmak gibi bu; insanı biraz kenara itip daha dolaysız bir iletişim kurmak.

Suratının, bedeninin su gibi bir akıcılıkla şekilden şekle girerken beni de çağrışımdan çağrışıma sürüklemesine bakıyorum da.. kaplan yürüyüşü, çita hamlelerine, kulakları, bacakları, gözleri, bıyıklarıyla ara ara tavşan, timsah, aslan, vaşak, Mısır kedisi, fok, yılan ve mitolojik varlıkları andırışına, izlenimlerin kademeli geçişli saydam gösterisinde gibi yerlerini birbirlerine bırakışına.. isim koymuş olsam ifadesindeki değişimleri aynı doğrudanlıkla algılayabilir miydim diyorum.



Çünkü isim elimizde bir tür kemende dönüşmüyor mu? Bir iki heceyle bir insanı, varlığı kavradığımız yanılsamasına? Sonra da bu yanılsama ardından bakmıyor, böylece kim bilir nice taze an’ı ve gürül gürül sürekli değişimi kaçırmıyor muyuz? Arkadaşım Seda dediğimde o Seda, bu insanla kişisel deneyimimin bir şey ifade etmeyecek kadar ortalanmış, sıradan, yavan bir özetine indirgenmiyor mu?



Görüşümü perdeleyen bir isim kediyle arama girmediğinde onu bir ırmak olarak izliyorum.


Bundan da derin bir zevk alıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder