8 Aralık 2015 Salı

İSTANBUL KARIŞIMI




İlkbahardan bu yana birkaç gün dışında şehirden uzak aylar oldu.

Tuhaf. İstanbul’u doğada, başka yerlerde değil, Ankara’dayken özlüyorum. Sadece ve çok.

Ama özlemiş-özlememiş, nereden gelirsem geleyim, girdiğim an, bir kez eriştiğim yoğunlukta kaldığı yerden beni ele geçiriyor. Ele geçirilmeye de dünden razıyım zaten.

Arabam yok. Böyle daha rahat. Hem de şehrin sel coşkunluğundaki akışına karışmanın rahatlatan, avutan, arındıran bir yanı var. Kendi kafamdan çıkıp binlerce kafadan yayılan öykülere açılmanın taşları yerli yerine oturtan bir hali.

İçinden geçtiğim, uzunlu kısalı tanık olduğum bu hikayelere hiç bölmediğim dikkatimi verip sözlü sözsüz parçalarını topluyorum. Dedikodulardan, kaygı, heyecan, fikirlerden (fikirden bol şey de yok) kırpıntılar. Tavırlar. Duruşlar. Atılganlık, dalgınlık, ataklık, yılgınlık, akış, ayak sürüme.. Şipşak fotolar bir anlık çakışlarıyla kafamdaki heybeye atılıyor. Böyle bir şehirde ayakta kalma eğitiminden geçmiş sokak kurnazlığı, iş bilirlik, hazır cevap, rahatlık. Ya da İstanbul acemiliğinin ürkek adımları.

Parçalara bu odaklanma arada bir de yerini, parçaların oluşturduğu akışın toplam hissine bırakıyor. İçinde yerinden söktüğü ağaç gövdeleri, pabuç tekleri, koca kamyonlar, parçalanmış eşya, hayvan ölüleriyle önüne geleni kendine katan bir sel bu. Oraya buraya, takıla kurtula, girdaplanıp düzleşe durmadan akıyor.

Gözlerimle, muhabirliğimle olduğu kadar kulaklarımla da topluyor, biriktiriyorum.

Sesler! O dipsiz bolluk. Havanın, mevsimin, burada hepsinden belirgini suyun, denizin, Boğaz’ın değiştiriciliğiyle biçimlenen kıvrım büklüm, delici, okşayıcı, yorucu, avutucu nokta nokta, dalga dalga ses.

Kafamda çılgın bir kolaj giderek zenginleşiyor.


Buyur eden ben olduğumdan tüketmek yerine de enerjimi mahmuzluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder