Olumsuz
güçlü duyguların düşünceyi nasıl çarpıttığını, daralttığını psikolojide de
enine boyuna incelemişler.
Öfke ve korku, hayatta kalma olasılığını yükseltmeye yönelik
tepkiler. Fizyolojik altyapıları milyon yıllık evrim yolculuğumuzun en başlarında
beynimizde yapılanmış. Sürekli bir hayat memat meselesi olan kısa insan ömründe
yaşamı sürdürmek söz konusu olduğunda bu eski bölümleriyle beynin
olumluluklardan çok tehlikeye duyarlı olması gayet anlaşılır ve işlevsel.
Sorun, milyon yıl önceki koşullarda yaşamadığımız, gerçek
bir hayat memat meselesiyle nadiren karşılaştığımız halde bu mekanizmanın
çevreye aynı şiddette otomatik tepkilerini vermesiyle başlıyor. Normalde hayat
kurtarıcı bir uyaran olan korku ile onu felç oluştan çıkarıp eyleme dönüştüren
öfke, bugünkü yaşam koşullarıyla orantısız bir şiddetle açığa çıkıyor. Onları her
zaman olmasa da çoğunlukla olumsuz kılan da bu.
Olumsuz duyguların varlık nedenini düşünürsek düşünceyi
daraltarak çarpıtmaları da gayet anlaşılır.
Süratin değil yavaşlığın felaket olacağı koşullarda an
kaybetmeden bir sonuca varıp ona göre hareket etmek gerek. Çalıların arasında
bir kıpırtı algıladığımda adına Yılan! deyip duruma göre arkamı dönüp tabanları
yağlamamı ya da şöyle bir gördüğüm eğri uzun biçimin kafası olduğunu
varsaydığım bölümüne elimdeki odunu olanca gücümle indirmemi beynimin en
eski kiracısı buyurur. Tepki verdiğim gerçekten yılansa ne âlâ, değilse de
yanılmamın bedeli yanılmamanınkiyle kıyaslanamayacak kadar düşük olacaktır.
Önce ateş et, sonra belki düşünürsün demeye gelen bu
mekanizmanın bedeli, insanı aşırı genelleme ve basitleştirmeye itmesi.
Siyah-beyaz düşünceye. Sonra da gelsin tektipleştirme ile belki de en vahim
sonucu; karşıda tekil, birey, insanlar yerine çok kabaca etiketlenip tepkiler
geliştirilmiş bir grup (“onlar”) görmenin yok ettiği empati.
Ve empati yokluğunun kapıyı ardına kadar açtığı, meşru
kıldığı nefret ile şiddet.
Nuh nebiden hemen hiç değişmeden kalan bir mekanizmayla günümüz
koşulları arasında, nadiren ölüm kalım sorunu olacak meseleleri yok yere tırmandırıp gerçekten hayat
memat meselesi haline getiren bir orantısızlık.
Olumsuz güçlü duygular ile daralan düşünce arasındaki
ilişki tek taraflı değil. Dar düşünce de dönüp olumsuz hisleri körüklüyor ve
yılan kuyruğunu yutmuş, körleşme derinleşmiş oluyor.
Paslı cendereden çıkış yolu, boşanmak için kapağının
aralanmasını bekleyen bir zembereğe benzer amigdalanın, ilkel beynin ayırdında
olmak. Bir kez uyarıldığında karşı koymak çok güç olduğundan üzerinde durmaya daha
sakin zamanlardan başlamak. Gözlemlemek. Kendini, başkalarını, kitleyi.
Korkunun, öfkenin nerede yaşamsal (ve haklı),
nerede hayali olduğunu (öyle bile olsa gerçek bilinerek o hale getirildiğini), mangalda
kül bırakmamaktan öteye gitmeyen öfkenin güçlendirirmiş gibi görünürken
gerçekte enerji çarçurundan ibaret olduğunu.
Sadece düşünce ve duygular arasında değil, ilkel beyinle
daha ağır ama etraflı, eleştirel düşünen gelişmiş beyin arasında da iki yönlü
bir etkileşim var. Amigdala, alevli halinde daha zor olmakla birlikte sair
zamanda, evrimleşmiş, öğrenmiş, öğrenmekte olan yanın (şık adıyla neokorteksin)
telkin ettiklerine açık, dümeni ona bırakabiliyor.
İyi ki böyle de, amigdalam
amigdalana karşı! tuzağına düşmeme şansımız var: Çağıldayarak akan ırmaktan
arada bir kıyıya çekilip duruma bir de oradan bakma. Düşünceyi, düşünce
olduğunu sanma yanılgısına kapılmamız işten olmayan bir otomatik tepkiler
yumağından ayırma.
Kanımızı serinletme.