“Esen rüzGARlaar, hatırlatır seni BAnaa!”
Kılığı kıyafeti yerinde, kır bıyıklı, sarhoşa benzemeyen bir adam.
Yanından geçerken “Sizin bu kasıntı, ikiyüzlü ciddiyetiniz!” diye haykırdı. Sadece ben vardım ama tükürür gibi söylediği belli ki sırf bana değil.
*
Şurası güney-batıysa esen lodos. Hafif. Korunun otlak zeminini şöyle bir dalgalandıracak kadar.
Bıkkın kırma, iri köpeği yattığı yerde koklayıp geçen kedinin yanından dolandım.
Diplerde bir masaya oturdum.
Sırtım tahta koltuğun mindersiz ızgarasında, izledim. Boş bir sofra örtüsü gibi etrafıma serilen ana bıraktım gelen gelsin.
Gözleme kokusu.
Bir ses hattı boyunca şeften garsona, oradan ocakbaşına iletilen siparişler.
Bulutların hareketiyle çimler ve ağaçlar üzerinde yer değiştiren gölgeler, parlamalar.
Kesik, çevik hareketlerle ağaca tırmanan kızıl sincap, peşinden ikincisi.
Kalın-yakın uçak gümbürtüsü.
Siyah-beyaz pırpır ederek havalanan bir saksağan.
Sol arkamdaki çiftten kadının ılık bir tutkuyla sürdürdüğü monolog.
Sağ arkamdaki masada erkeklerin dünyanın en önemli şeyiymiş gibi (o anda kuşkusuz öyle de) iş hayatlarını heyecanlı, sesli hikaye edişleri. (Hepsini bastıranın ağzına tek lokmada attığı sıcak kestaneyi dilinin bir orası bir burasına telaşla çevirerek halletmeye çalışır gibi konuşması.)
Başka uçak gümbürtüleri.
Kaynama noktasına yaklaşan su yüzeyindeki kabartılar gibi aralıklı ve seyrekken çoğalıp birleşerek tek bir uğultuya dönüşen daha sesler.
Büzülerek, oturduğum yerin üç bin, dört bin yıl önceki sessizliğinin hayaline kaydım.
*
Kır bıyıklı adam yol kenarında bir banka kurulmuş, rüzgarlarını estirmeye devam ediyordu.
Bayırı önümde tırmanan kerli ferli adamdan saati sordu.
Neydi, nasıldı ki zamanla onun ilişkisi?
Sonra ne olursa olsun cevapla değişecek görünmeyen nakaratına döndü:
“..hatırlatır seni bana!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder