“Kendini hâlâ halsiz hissediyor olursan yarın yola çıkma!” dedi beni yaşıma denk zamandır bilen Süt Kardeşim bezgin bir endişeyle.
Okun yaydan çıktığının ikimiz de farkındaydık. Sahneyi şimdi kimin doldurduğunun.
Nasıl çalıştığını ona açıklamaya çalışırken bu yanıma isim niyetine bir gen sıra numarası vermek daha uygun göründü. Diz altı refleksi kadar doğrudan ve cevapsız bırakılması da imkansız oluşuyla insani hiçbir görünüme bürünemeyen salt elektro-kimyasal bir tepkiye benziyor çünkü.
İlle bir karaktere zorlayacaksam, elinde tırpanıyla zavallı ölümlülerin peşine düşen, siyah cübbesi içinde suratsız, ona karşılık her şeyi, bütün ışığı yutan gövdeli Ölüm Meleği’ninki olurdu bu.
Bir şeyi yapmayı kafama koyduğum an tetiklenen o. Dökülen benzinle üzerine düşen yanar çıranın ilişkisi sonrası. Araya ne akıl girebiliyor ne de daha gönül çelici bir vaat.
Telaş, sabırsızlık, diyor en yakınlarım bile. Bu kadarı onlara yetiyor. Oysa bu tür sıfatlar neden değil, sonuca işaret ediyor. Bir şey açıkladıkları da yok.
Sonunda merak eden ben oldum. “Biliyorum zaten!” yanılsaması uyandıran sıfatları bir yana bırakıp sıfırdan kulak verdim.
O müthiş zorlayıcılığı nereden geliyor?
Dediğini yapmasam ne olacağını hissediyorum?
Ölüm Meleği imgesi o zaman belirdi.
Hadi uçlardan hiç korkmayalım, ötesinde ölmeye eşdeğer dipsiz bir karanlık, hiçlik tehdidi algıladığımı fark ettim. Sadece bu zorbanın “Yap!” buyurduğunu edersem gelecek sefere kadar erteleyebileceğim bir yok oluş hissi.
Ne hoş!
Bunun dümdüz bir gen olduğunu düşündüren başka bir şey, babamın da tıpatıp aynı dürtüden mustarip olması. Bir kısım amcalarım gibi.
Davranış terapisi işe yarardı belki. Ama belki de 72b’nin koşullar denk düştüğünde gayet olumlu olabilen itici gücünü devre dışı bırakırlardı ki düşününce içim hilkat garibi yavrusunu bağrına basan bir ana şefkatiyle karşı çıkıyor.
Bu da demektir ki yarın yolcuyum!
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder