3 Haziran 2023 Cumartesi

UĞURLAMA

Sonrası alacalı bir ibrişim.

*

Şaşkınlık sarsıntıyla birlikte geldi.

Şimdi ne yapıyorduk?

Geleneklerden, itikattan öyle uzağız ki.

“Yok, ellerini göğsünde birleştirmeyelim. Böylesi Hıristiyan adeti.”

“Öyle mi?”

“Filmlerde öyle yapıyorlar ya. İki yanına uzatalım.”

Halimize az önce kaybettiğimiz (kayıp mı ettiğimiz?!) Zeyda’nın gözüyle bakıp onunla beraber kıkırdadık.

Çay bardağımı Barış’a uzattım. “Bana da iki parmak viski koy hele.”

Dua?

Başı sonu olan bir tanesini okuyabilenimiz yok ki. Biz kendimize göre, kendimizce yoğurup üfledik dileklerimizi. Önce geçişi, şimdi de bilinmeyendeki huzuru için.

Ülkede (hemen) herkese eşit, hızlı ve pürüzsüz sunulan tek hizmet, cenaze işleri.

Sen bir öl, bak her şey ne rahat, uygarca olup bitecek der gibi.

Son nefesinin üzerinden bir saat bile geçmeden sağlık ekibi, ardından doktor geldi. Ölüm raporu elimize verildi.

Birileri kıbleyi sordu.

Nerdeydi ki o?

“Güneydoğu olmalı, güneş şurdan doğduğuna göre herhalde..”

Bu cevabı da Google’da bulduk. Göğsüne konan bıçakla turuncu çarşafına sarılı cenaze, duvarlara göre eğri, kıbleye göre kendinden emin bir pusula iğnesi misali hazır ol duruşunda yere uzatıldı. Koşup gelen dostlar dualarını okudu. Cenaze arabası da gece ile şafak arası bir vakit gelip sessiz ve hızlı, bir ömrün sıyrılan kılıfını topladı, gitti.

Adrenalin tuhaf şey, arkamızda birkaç yıla bedel bir gün, yatışıp uykuya dalmayı nice zaman sonra başarabildik.

*

Ertesi sabah kiralık hasta ekipmanı geri gönderildi. Yaşananlar ve nesnelerinden boşalmış oda ile tiyatro oyununda sahne bir çabuk değişmiş gibiydi. Sıra baş sağlığı ziyaretleriyle ölüm ilanının verilmesine geldi.

İlan hazırdı. Sonuna kadar gerçekçi Zeyda bir iki ay önce kağıt kalem isteyip kendi yazmış. Yapmacıktan kendi kadar uzak, doğallığı, fazlalıksızlığıyla kendi gibi bir ilan.



Gazetenin ilanlar sorumlusu “yanlışlarını” kibarca düzeltmeye çalışmış:

“Genellikle ‘vefat’ ya da ‘acı bir kayıp’ yazılıyor ama..”

“Yok, biz böyle istiyoruz.”

Hemşir? Hemşire olacak herhalde?”

“Yok, biz öyle deriz. Siz sormadan söyleyelim, biz apla da diyoruz.”

“Sadece ‘uğurlayacağız’ demişiniz, ebediyete eklesek?”

“Yok, nereye gideceğini bilemeyiz, biz sadece uğurlayacağız.”

Bolca güldük. Zeyda’yla hep, en sıkıntılı zamanlarda bile, hele en sıkıntılı zamanlarda yaptığımız gibi. Mizah, espri, keyif gözeneklerinden çıkardı onun. Görmenin, hissetmenin özünde vardı, her şeye katar, bunlarla zenginleştirilmemiş an bırakmazdı.

Tepemizde süzülürken bizi nasıl teselli edeceğini hayal ettim.

Ölüm ilanını nasıl kendi yazdıysa kendi isteyeceği gibi bir uğurlama olmalıydı. Elden geldiğince öyle de oldu. Öldüğü yerde gömülmesini söylemiş, içtenlikle orada olan pek çok insanla, toprağa babasının yanı başında verdik. Zincirlikuyu’nun gökdelenlerle çevrili derin, serin yeşil kuyusunda, fışkırmış güller, başka çiçekler arasında.

Beş cenazeden en uçtakiydi. Bir de baktık, bir tekir gelip boylu boyunca ayak  ucuna serildi. Tutkuyla sevdiği kedileri temsilen, cinsinin de uğurlamadan elbette! eksik kalmayacağını kedi kesinliğiyle bildirir gibi

Hocalarla hiç işi olmazdı, muhtemelen kalayı basıyordu ama o iş de yapıldı, duası okutuldu. Helvası onun tarifiyle onun yaptığı gibi de rakı eşliğinde bolca karıştırıldı, tane tane dökülür kıvama geldi.

Hepsini de sevdiği, seveceği insanlar az gözyaşı, bol kahkaha ile sohbeti saatlerce kardı. Tatlanan hava, ruhlarımızı hafifletti.


Hah, şöyle! deyişinin hayali kulağımda, oyunun sonraki sahnesine doğru kaydık.

Alacalı ibrişimin yas dönemine.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder