Hemşireler gencecikti ama işlerini ciddiye alıyor, canla başla çalışıyorlardı. Biri serum askısına antibiyotiği takarken tabletime bakıp “İngilizce okuyorsunuz” dedi. Türbanıyla maskesi arasında ilginç bir gri-mavi karışımı gözleri zekice ışıyarak ekledi:
“İngilizce’den pek
hoşlanmıyorum, ben Korece öğrenmeye çalışıyorum.”
Beklenmedik bir şeydi.
“Neden?”
“Dizilerini altyazısız
izleyebilmek için. Her şeyi çeviremiyorlar. Birçok şey araya gidiyor.”
Kore pop’unu sevenin çok
olduğunu biliyorum da dizileri? Onlar da öyleymiş. Nerede bulduğunu sordum,
omuzlarını silkerek her yerde dedi. Dili öğrenmek için de kitaplarını almış. Kitapları
mı, e onlar da her yerde bulunuyormuş. Silifke’de Korece öğrenmek dünyanın en
sıradan şeyiymiş gibi bir tavrı vardı.
Yüzleri ayırt edebiliyor
muydu? Başta zorlanıyormuş biraz ama şimdi sırf Korelileri değil, diğer
Asyalıları da birbirinden ayırt edebiliyormuş.
Odadan çıkarken bana
Çince, Japonca ve Korece iyi günler diledi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder