Yok. Bedeni mücadelesiyle kendi haline bırakmak iyi bir fikir değilmiş -üstelik yaşlanan ve zaten pek o kadar gürbüz olmayan bir bedeni. Yeni bir atak ve hastaneye gittim. Yatırın beni dedim. Tahliller, tetkikler, numuneler, neymiş şu mücadele, siz bulun. Serum takılan kolumla kündeye gelmiş güreşçi gibi serildim. Bu kez mücadeleye değil, onu benim yerime yapacaklara teslimiyetle, rahatlamış.
Arada bir bebek ağlaması
yükselen koridor sakindi. Arşınlayan hasta yakınlarının cep telefonu
konuşmaları başka odalarda yaşananlardan parçalar taşıyordu.
“Kaburgalarında üç kırık.
Omzu parçalanmış. Ameliyata alacaklar. Kımıldayamıyor. Nefes bile alamıyor.”
“Doktor bu ağrılar olacak
dedi. Kafatası çatlamış. Ameliyatlık değilmiş.”
Koridorun en ucundaydım.
En hafif vaka. Serum torbasıyla dans etmeyi çabuk öğrendim, dar alanda hareketliliğim
fazla kısıtlanmıyordu, ağrım, sancım yoktu. Yatak işgal etmekten neredeyse
suçluluk duyacak kadar görünürde hasarsızdım. Şükrederek yattım. Uyuyamasam da
iyiydi böyle.
Ertesi güne gayet iyi
uyandım. Mektuplarımı yazdım, kitaplarıma gömüldüm. Aydınlık ve enerjiliydim.
Doktor bir gece daha tutup bakacaklarını söyledi. Ne yapalım. Haftalardır benim
zamanı değil (babamın dediği gibi) zamanın beni geçirmesine alışmışım. Sabah
olur, öğle olur, ikindi, yeniden akşam ve nehri içinde yüzen tomruklara basarak
geçer gibi bir kıyıdan diğerine, saatten saate gider dururum. Joseph Kanon’un
Berlin casusiyesini bitirdim. Eco’dan bir deneme, başka şeyler. Geceyi ettim.
Bu kez uyudum ama ruh
halim tam tersine döndü. Gücüm çekilmiş, yerini zayıflığa bile değil, hiçliğe
bırakmış. Bunun içinde denizcilerin “köre düşmek” dediği, okyanusun ortasında
rüzgarsız kalmış gibi. Dış koşullardan bağımsız, oransız bir dehşet hissi. Çakılıp
kalma korkusu. Yatağa, hastalığa, kırılganlığa, bağımlılığa. Farlar karşısında
değil, karanlıkla felç olan bir tavşan oldum.
İkinci güne böyle uyandım.
Dağılmış ve yaşam iradesiz. Gün uzamadan öğleye doğru taburcu oldum. Yatmaktan
sarsaklaşmış ama asıl ruh sersemi. Eve zombi gibi döndüm. Hafif bir meltem beni
çok geçmeden köre düşmekten çıkardı. Yelkenim yavaş yavaş dolmaya başladı. İçe
çöken ruhum genişlemeye.
Fısıltısıyla karşısında
dehşete kapıldığımın bedensel değil, içsel hareketsizlik, çökme olduğunu o
zaman anladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder