İlginç bir kitap okudum: Nazi
Almanya’sında uyuşturucu-uyarıcı kullanımı, Blitzed: Drugs in Nazi Germany,
Norman Ohler.
Hikaye, 1. Dünya Savaşı
sonrası ile Hitler’in iktidara gelişi arasındaki kısa ömürlü Weimar Cumhuriyetiyle
başlıyor. Savaşın yıkımı, yokluk, kargaşa, alıp yürüyen suç, asayişsizlik,
yozlaşma ve uyuşturucu kullanımı. Sadece kullanımı değil, o şartlarda her
nasılsa gayet sistematik bir şekilde yürütülen ve yeni keşifler getiren ilaç
sanayiyle üretimi de. O vakitler yasal olan kokain ve eroin üretimi ve Hamburg
limanından dört bucağa ihracatıyla Almanya dünyanın uyuşturucu tedarikçisi
haline geliyor.
Çözülüş ve yozlaşma Hitler’in
yükselişine ve onun (bu kötülüğün de anası olarak gördüğü) Yahudilerle
birlikte uyuşturuculara savaş açmasına kadar sürüyor. Ölüm cezasına varan ağır
cezalarla önü alınmış görünüyor. İdeolojinin gösterdiği hedef Alman ırkını her
türlü sapkınlık ve pislikten arındırmak.
Kitleler Führer’in kamçılı
havucuyla şahlanmış, işsizlik sıfıra inerken ülke yeniden inşa atağında. Heyecanla
birlikte tempo ve stres de yükselmiş. İnsanların ayak uydurmada ve
kendilerinden verim alınmasında bir destek ihtiyacı ortaya çıkıyor.
Bu ihtiyaç da Pervitin
adıyla bir metamfetamin keşfiyle karşılanıyor. Bugünkü adıyla kristal met
olarak bilinen günümüzde yasadışı uyarıcı. Son derece güçlü, bağımlılık yapıcı bir madde.
Uykusuzluk, açlık, korku, temkin gibi “engelleri” ortadan kaldırıp ağrı,
depresyon gibi bedensel şikayetleri de bastırarak insanı günler boyu müthiş bir
performans makinesine dönüştürüyor.
Yoğun bir halkla ilişkiler
ve reklam kampanyasıyla (tramvaylarda Pervitin tüpü resimleri var) halka diş
ağrısından doğum sonrası sıkıntılarına her derde deva bir mucize ilaç olarak tanıtılıyor.
Ve kısa zamanda büyük bir talep yaratılıyor. Ev kadınlarından zor sınavlara
hazırlanan tıp öğrencilerine, her yaş ve koşuldan insan kapış kapış alıyor.
Bu arada dünya Almanya'yla savaş ile barış arasında bıçak sırtında. Alman ordusu dışa gösterdikleri kuvvette
değil. Fakat Hitler yaşam alanını genişletip ülkenin yoksun olduğu hammaddeleri
buralardan karşılama hedefinde sabırsız. Güç dengesini lehlerine çevirecek tek
bir yol var: Çok hızlı davranarak düşmanı gafil avlamak. (Daha sonraları Blitzkrieg
olarak adlandırılacak yıldırım harekatı.) Bu da ancak askerlerden alınan verimi
birkaç katına çıkarmakla mümkün. Ceplerine (yan etkileri, dozu ile bir
kullanım talimatı olmadan) hap doldurulmuş askerler cepheye sürülüyor ve ordu günler
boyu durup dinlenmeden, taşkın bir enerjiyle dolu, Polonya’ya girip işgali
tamamlıyor. Bu ilk hamleyi ikincisi, aşılmaz denilen Maginot Hattının
etrafından dolanarak müttefiklerin yüreğine saplanan hançer izliyor. Önlerinde
akıllarının almadığı kadar çevik, öngörülmez, dizginlenemez bir Alman ordusu
var; damarlarında çağıldayan kristal met ile manyak bir güce bürünmüş bir ordu.
(Bir iki molekülün dünya tarihinde oynadığı rolü düşündüğünde insan bir tuhaf
oluyor.)
Gerisi Wehrmacht’ın aklı başında
generallerine kalsa (gerçi bir söz hakları olsa buna da karşı çıkarlarmış)
seyri bambaşka bir yön alacak savaşta çılgınca tutkusu, uzlaşmazlığı ve cahil
cesaretiyle psikopat Hitler’in ben istersem olur! müdahaleleri yüzünden dengeler
çok geçmeden Almanların aleyhine dönmeye başlıyor.
*
Bu sırada saf olmayan
hiçbir şeyi bedenine almamakla öğünen ve halkına örnek olan vejetaryen Führer
ayağına dolanan bozuk sağlığıyla boğuşuyor. Sindirim sistemi berbat bir halde.
Kader ayağına (ve bugüne kadar dolaylı bir şekilde cümlemizin başına) özel
doktoru olacak Theodor Morell’i getiriyor. Şaibeli “vitamin takviyeleriyle”
hastalarını müptelası yapan, çevresinde tanınmış Berlinli bir hekimi. Morell
damardan verdiği ilaçlarla Hitler’i zayıf düşüren ağrılardan kurtarmakla
kalmıyor, içini de daha bir enerjiyle dolduruyor. Kendini kısa sürede
vazgeçilmez kılan Morell, hekimden önce hırslı bir girişimci ve işadamı.
Kendine özgü sakatat (domuz ciğeri, boğa testisleri, böbrekler vd) preparatlarıyla
hormon takviyeleri, vitamin, glikoz vs önleyici ve tedavi edici karışımlar
hazırlıyor, ordu üst kademesine pazarlıyor. (Savaşın sonlarında Ukrayna’da
devasa bir mezbahadan SS torpiliyle bütün sakatatı topluyor, cepheye çalışan
trenlere el koyarak Yahudilerden gasp edilmiş fabrika-laboratuvarına taşıtıyor.)
Savaş kötüye gittikçe
Führer’in damarlarına kokain ve opioidin (Eukodal) de artan dozlarda eklendiği
bu sakatatlı vitaminli deneysel “ilaçları” durmaksızın şırınga ediyor.
Vejetaryenliği ile övünen
diktatörün damarlarında onu savaşın sonunda Berlin gibi bir enkaza çevirecek bu
mezbaha lağımı dolaşıyor.
*
Devran dönüp de Alman
ordusu Rusya’da büyük bir hezimete uğradığında ölmüş at, Pervitin ile
acımasızca kamçılanmaya devam ediyor.
Hitler’in nihai zafer
saplantısının önünüyse almak ne mümkün.
Son bir çaba ile alelusul
bir “mucize silah” bulunuyor: Torpilin üzerinde daracık bir kokpitten oluşma
mini denizaltılar. Düşman donanmasını batırıp sonrasına bakacaklar. Asker
kalmamış, Hitler Gençliğinden 12-18 yaş arası “gönüllüler” devşiriliyor.
Bunları kamçılayacak bir de mucize ilaca gerek var ama artık zaman yok.
Pervitin ve kokainin rastgele bileşimleri sakızlar haline getirilerek önce Sachsenhausen
toplama kampının “pabuçla yürüyüş” biriminde (Salamander, Beta gibi ayakkabı
şirketlerinin taban dayanıklılık testleri burada yapılıyor) esirler üzerinde deneniyor.
Bitkin, hasta mahkumların bu sakızlarla dört gün boyunca molalarda bile uyumadan
günde 90 km yürüdükleri görülünce askeri eğitimi olmayan çocuklar bunlarla tabut-denizaltılarına
bindirilip düşmana karşı sürülüyor.
*
Daha birçok ilginç olayla
devam eden kitap Ohler’in yorumuyla sona eriyor: “Uyuşturucu, hayalperestlik ve
hayatından bezmişlik diyarı Almanya keşlerin keşini aranıyordu, en karanlık
anında da onu Hitler’de buldu.”