25 Nisan 2022 Pazartesi

KISA BİR KAÇAMAK

Gülin iki haftalığına geldi. İzmir’e, yaşlı bir yakınımı ziyarete gidiyorum, hadi gel, birlikte gidelim, dedi. “Hem Karaburun’a, Beco’ya da uğrarız.” İçim şöyle bir durdu, sonra havalandı.

Depoyu neredeyse Belçika fiyatına doldurup yola koyulduk.

Herakleia’yı ister misin, dedim.

“Tabii. Sen nereye dersen.” Kırdık Kapıkırı’ya. Doğum günümden bu yana doğa canlanmış, kalıntılarla sarmaş dolaş köyü bahar çiçekleri, gür çayır çimen kaplamış. Kadınlar agora meydanına çıkmış, el işleri tezgahlarını açmış. Onlardan birinin söylemesiyle geçen sefer denemediğim Athena tapınağına silme papatya arasından çıktık. Karşıki kayalık adacığa kurulu manastırıyla Bafa gölüne daha yüksek, başka bir açı sunuyor. Kıyıya indik. Su girildi girilecek kıvamda. Geri gidip Türk dönemi kalesini gezdik -arkeologlar harıl harıl çalışıyordu. Mevsimle birlikte dışa dönerken ısınıp renklenen yerden pek mutlu ayrıldık. Aralarına yeşilin, ekili tarlaların, hayvanların dolanıp otladığı çayırların serpiştirildiği dev modern heykelleri andıran kayalıkları hayranlıkla seyrederek yola döndük.



Şoför Gülin’di. Yolcu olmak güzel bir değişiklik. Kullanırken fark etmeyeceğim şeyler göre göre uzanıp gitmek.

Kalacağımız iki oteli internette dolana bakına ben ayarladım. Fiyatını vs de gözeterek tabii ama galiba adlarına tav olup özene bezene seçtim. İlki, ismi ve ünlü olduğu söylenen dört mevsim rüzgarıyla hayal gücüme çok şey vaat eden Mordoğan’daydı. Zeytinli Konak Butik Otel. Fotograflarda biraz uzaktan deniz görüyordu. Urla’dan sonra iyice rahatlayan trafikte Mordoğan’a geldik. Navigatör elimdeydi. Daha içeri, yerleşime sapmadan “Hedefiniz 300 m ileride, sağda” deyince afalladım. Onca yer arasında bir yol kenarı hanı bulmuşum. Sahibe karşıladı. “İki tek yatak ayırtmıştınız.” Evet. Peki madem der gibi bomboş otelde bizi üçüncü katta, yola bakan bir odaya gönderdi. Ayrı yatakları olan tek odaları buymuş. “Kocamla bir hata yapmışız, herkesin bizim gibi çift olduğunu düşünmüşüz..” Temiz pak, yatakları rahat, duşu gürül gürül sıcak sulu, personeli ilgili -Rusça şiveli bir kadın hoş geldiniz böreği ve çayı getirdi- asansörsüz, yol gürültülü ve bağırtkanca rüküş bir yerdi. (Adındaki “zeytinleri” de bir süre arandıktan sonra bunların girişteki toprak küplere saplanmış birkaç daldan ibaret olduğunu anladık.) Denize ne kadar uzak olduğunuysa çıkıp uzun S’ler, kıvrım büklüm C’ler çizen sokaklardan yürümeye koyulduğumuzda.

“Şuraya bak! Evleri arsaların içine kafalarına göre yerleştirmişler..” Her açıdan, müteahhitlerin aklına esmiş, keselerin yettiği her biçim, renk, malzeme ve tamamlanmışlıkta, evet. Burada yaşarken gözümüze batsa da artık yerimizden sıçratmayan şey, dışarıdan geleni çarpıyor.

Bir süre sonra ıssız sokaklarda birilerini bulup deniz daha uzak mı diye sorduk. Orada burada arsa içindeki evler seyrelmişken oldukça eski, yerleşik görünümlü bahçeli evlerin sıralandığı sokak içlerinin yanından geçmeye başlamıştık. Kendi halinde, derli toplu, oturmuş. Belki 70-80’lerden? Çirkinliği bile mütevazı, “yuva” duygulu. Son 20-30 yılın çiğ site arsızlığı, iddiasından uzak. Hakiki. Kıvrıla büküle yürümeye devam etmemiz söylenince geri döndük. Hava kararıyordu. Ufak bir keçi sürüsünün başındaki adama buranın iskelesine nasıl gidileceğini sorduk. Ters yönde birkaç kilometre varmış. Kafasına peştamal dolamış, konuşması ofis tınılı biriydi. Sütü için mi besliyorsunuz dedi Gülin sürüyü gösterip.

“A yok. Bunlar benim değil. Ben sadece otlamaya çıkarıyorum. Aslında emlakçiyim. Ama hipertansiyonum vardı. Baktım yürüyüş, hele bunlarla çok iyi geliyor, şimdi ben çıkarıyorum. Şifa bunlar! Tansiyon filan kalmadı.”

Ayrıldık. Gülin kahkahalarla gülmeye başladı. “Böyle acayip hikayeleri ancak bu memlekette duyarsın!”


Arabayı alıp “şehir merkezine” indik. Küçük bir balıkçı barınağı. Uçta bir taş binada “Üzüm İskelesi” adlı kahve, meyhane, ufak tekneler, kahveler, balık lokantaları, arada talihsiz heykel denemeleri, bir süs köprüsü, beride 4-5 katlı upuzun cepheli, adliye sarayı kılıklı bir bina (otelmiş, kapanmış, dönüştürüldüğü 2+1 “konutlar” 2,5-3 milyona satılıyormuş). Kıyıyı dik kesen sokakta bir çorbacıya daldık.



Zaten fazla olmayan trafik beklediğim gibi akşamın erken bir vakti kesildi ama kesilmese de kolayca yuvarlanırmışız uykuya.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder