Neredeyse yedi ay süren kuraklık Ekim’de şöyle bir yağmurlu bir iki günle şeytanın bacağını kırmakla kalmıştı. Asıl yağış Kasım sonlarında başladı, üçüncü haftasını, doldurdu, sonu da görünmüyor. Özellikle geceleri bastırıyor, güçlü ve uzun uzun indiriyor.
Yeşil örtüsü olmadık
yerlerden (kaldırım taşlarının araları, kayaların üzeri) fışkıranlarla
genişledi, kiri tozu yıkanmış, toprağı diplere doğru suya doyarken zümrütleşti.
Güneşin bir görünüp yarı saklandığı anlarda göklerdeki ışıkçımızın bu zümrüt
zeminli sahnede oynadığı ışık oyunları soluk kesici. Güneş çokluk doğup battığı
anlarda yüzünü gösteriyor. Sabahları sis, pus sarıyı dalga dalga yayarken
akşamları turuncu 32 dişiyle gülüyor, kızıla bir göz kırpıp yerini çöküveren
karanlığa bırakıyor. Aradaki zaman bulutların yüksekliğine, yoğunluğuna bağlı.
Açısı durmadan değişen birkaç projektör sahneyi histen hisse kaydırıyor.
Fırsat bulduğum an çıkıp yürüyorum.
Yürüyemediğim zamanlar
uzadığında içim karıştırılmamış çorba gibi dibini tutuyor.
Toprak için yağmur neyse
beden için hareket o.
Ne dersin Işıkçı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder