İki yıl sonra İstanbul. Pandemi ile getirip götürdükleri, hayatın doğal değişimleriyle yontulmuş. İki mevsimi sakin küçük yerde yaşamak bunlara çanaklık, sahnelik etmiş.
Küçük eve merhaba dedim. 7-8 yıldır uzayan aralıklarla gelsem de geçmişimiz zengin. Hırıldayan buzdolabı, kendini oradan oraya atan çamaşır makinesi uyanıp işlerini görmeye başladı. Evin o yaşandıkça genişleyen hissi de öyle.
*
Temiz hava iki yıldır nefesimi
ne kadar açmış! Gece, sıkışık bir alana sığmaya çalışır gibi sığlaştığında anladım.
Sabah kalktığımda kötüsünden bir paket sigara içmiş gibiydim. İki gün sonra
lodos çıktı da havanın hiç değilse kokusu dağıldı, suyun da denizanası
popülasyonu yer değiştirdi.
*
Kalabalığa, trafiğe
hazırdım, irkilmedim. Tersine, yakıtın fahiş fiyatlara tırmanmasıyla
bıraktığımdan biraz rahatlamış buldum.
Ama ben sessizliğe çoktan
razıyım. O da sokağın iyice seyrelmiş trafiğiyle hele geceleri mutlaklaşıyor. Para,
burada eğlenebilenlerden de çekilmiş ama kentin tüketim ayartıcılığı billboardlarda,
vitrinlerde, sergilenen zenginlikte yerli yerinde.
*
Gürültüden ziyade
özlediğim sesleri işitiyorum. Vapurlar, kıyıda palamarların şok emici
yaylarından yükselen gıcırtılar, martılar, bozacılar (boza sevmem ama o’ları, a’ları
çekiştiren satıcıların kış duygusuna yayılan bağrışları hoşuma gidiyor).
Balık tutanlar bile
azalmış. Ufalan leğenlerde denizin kirliliğiyle mutasyona uğrayıp feleğini
şaşırmış ufak balıklar.
*
Şehir şehir. Sen ona nasıl
bir hikaye iliştirirsen onu anlatır. Seninle parlar, seninle söner.
Farkındayım, hikayemin herhangi bir hikaye, çokça da bir ruh hali yansıması
olduğunu unutmadan düşüyorum notlarımı.
Son sözü İstanbul’a
bırakıp diyeceklerine açık kalarak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder