30 Eylül 2021 Perşembe

CEHENNEM BİZİZ, HEPİMİZ

Benden 1955 yaş büyük bir yol arkadaşım Mektuplar’ında iyileşmek için önce ne kadar hasta olduğunu idrak etmen gerek diyor.

Kesintisiz bir savunma-saldırıdan lenfleri düğüm düğüm olmuş bir toplum için ne kadar geçerli?

Ya o toplumun bir bireyi olarak kendim için?

Kapıdan dışarı adım attığın an soluduğun güvensizlik ise..

Komşuna, sebzeni satın aldığın manava, işini yaptırdığın ustaya, yönetimi saymıyorum bile, uluslar arası ittifaklara, çokuluslu ahtapot şirketlere, gözüne, kulağına, düşüncene ilişen herkes ve her bir şeye güvensizlik..

Her an her yerden bir kazık yeme beklentisi..

Hep diken üstünde olma hali..

Bu neler, neler doğuruyor?

Bir kere sürekli ve ağır bir gerilim.

Arkaplanı o kadar uzun zamandır işgal ettiği için artık allahın emri bilinen bir gerilim.

Zembereğinden boşandı-boşanacak bir yay gibi olmak.

Böyle bir yaydan insanlara, hayata sakin, kulakları ve zihni açık bir karşılık beklenebilir mi?

Hayır! Olsa olsa ayarı bozuk, açıldı mı olanca ağırlığıyla, geçmeye çalışanın sırtına çat diye kapanan bir otomatik kapı elverişsizliğinde bir tepki beklenir. Tünel vizyonlu, güdük, hapsedici.

Sonra da bütün bunları hep karşımdakilerden, etrafımdaki dünyadan bilirim. Tepkimle onu tekrar tekrar yeniden nasıl ürettiğime uyanmadıkça kendimi masum-mağdur, başkasını fail bellerim.

Sartre’a selam olsun.

Cehennem biziz.

*

Ek bir düşünce konusu: Virüslerinden başlayarak yönetimlere ve ilaç şirketlerine kadar pandeminin ülkede ve dünyadaki kronik güvensizliğe etkileri.

27 Eylül 2021 Pazartesi

BİRBİRİMİZE DÖNE DÖNE ÖĞRETTİKLERİMİZ

Epeydir Amerika’da yaşayan Bahar tatile geldi. Ondan birkaç hafta sonra da Amerikalı kocası.

Üçümüz oturmuş konuşuyorduk.

İlk iki hafta gayet iyiydi, dedi Bahar. “Oradaki gibiydim. Anlayışlı, pozitif, güler yüzlü. Derken buralılaştım. Hırlamaya, söylenmeye, trafikte küfretmeye -gerçi pandemi yüzünden artık camı indirip bağırmıyorum ama..”

Öfkesi burnunda, diken üstünde, tahammülsüz. Tanıdığım en olumlu, ahenk eğilimli insanlardan biri. Fabrika ayarlarımıza dönmüş.

Eh, dedim, sürekli beslediğimiz bu hal, ne yaparsın.

Bob, “Sen hiç öyle görünmüyorsun” dedi.

Ben de öyleyim dedim.

*

Ama çalışıyorum. İçimde azmış bir reflü gibi yükselen tepkiyle adım atmamaya eğitiyorum kendimi.

Genel toplumsal etkileşim tonunu birbirimize öğretiyoruz. Zamanla seçenekler azalıyor, yok oluyor, geriye döne döne pekiştirilmiş bir refleks kalıyor.

Bu da durup bir bakmadan, anlamadan patlamak. Önce bir patla, dağıt ortalığı, sonra lazımsa anlarsın!

Anlaşmak için zaman-zemin bırakmıyoruz ne kendimize ne karşımızdakilere.

El alemin sana değdiği, değer gibi olduğu an havalara sıçra -kimsenin kimseyi saymadığı bu yerde çok da yanılıyor olamazsın. “Ben buradayım, hey!” demenin yolu (iş işten geçtiğinde bile olsa) bu ise sesinle, yaygaranla görünür kıl kendini, göz doldur, göz korkut. Yoksa..

Yoksa’sı dipsiz bir güvensizlik, sevgisizlik, empatiye yer bırakmayan sürekli sürtüşme.

Kendine hakim olmanın tepkini bastırmak değil (bunu sürdürülebilir bir şekilde yapmanın imkanı yok), onunla harekete geçmemek olduğunu anlamak büyük bir adımdı. Şimdi sabırla, sebatla bunu derinleştirmeye çalışıyorum.

Yapabildiğim her seferinde, tepkim dağılıp da geri dönüp patlamamayı başardığım irili ufaklı olaylara baktığımda kendimi kutluyorum.

Tepkini ortaya saçsaydın o an rahatlardın ama ardından oradan buradan cam parçalarını toplar dururdun. Kendini haklı kılma çabasının yıpratıcılığı şöyle kalsın, yıkıcılığınla barışmaya nafile çalışırdın.

Uzamasın, hasarı başkalarına da yayılmasın, dallanıp budaklanmasın ama belki asıl önemlisi, toplumsal etkileşimimizin bu berbat fabrika ayarlarına biraz daha su taşımasın istiyorsan şeytanın dürttüğünde harekete geçme, DUR. Hepsi bu.

Beni teşvik eden iki şey:

Bu refleks kimin ne işine yarıyor sorusunun aşikar cevabı.

Ve reflekse indirgenmiş bir repertuarın kölesi olmaktan artık kurtulmak.

*

“Bu ülkenin insana öğrettiği bu maalesef” dedim.

Bob, “Şart değil” dedi. “Hatırlasana, burada uzun bir süre kaldık, bolca gaz yedik (Gezi sırasındaydı). Ona rağmen ben öyle olmadım.”

Ona kaldırımlara park eden araba fotografları koleksiyonunu hatırlattım. Sürenin sonlarına doğru “insanların birbirine saygı gösterdiği bir yerlerde olmayı özlediğini.”

“Ben mi?” dedi hayretle.

Bahar güldü. “Sana onun fil hafızalı olduğunu söylemiştim, değil mi? Bak sen unutup gitmişin, o hatırlıyor.”

Bu ülkede birbirimize öğrettiğimiz, birbirimizden başka bir şey beklemeyerek körün değneğine çevirdiğimiz bu.

Döngüyü kırmanın tek yolu, çevirip durduğumuz çemberi görüp adımını bir yol dışarı atmak.

Dikkat Bob! Bu pekala senin için de geçerli.


26 Eylül 2021 Pazar

DEDİKODU

 Komşular balkondan balkona bağrışıyordu.

“Bugün ne yapıyorsun?” diye sordu biri.

Bugün mü dedim kendi kendime. Vakit olmuş akşamın 8’i, benim günüm geçmek üzere.

“Bilmem” dedi öbürü. “Dün akşam 11’e doğru arkadaşlar çağırdı, kalktım Miam’a gittim. 1 filandı çıktığımda. Ama bir kalabalık, bir kalabalık, korktum valla.”

İlki kendi yapıp edeceklerini sayar dökerken kulağım içe döndü.

Bunların çoğu uzun, bir kısmı kısa ama sürekli yazlıkçı.

Bense buraya yaz hariç yaşamak üzere gelmiş, pandemi ile kalmışım.

Onların beklentisi eğlence, benimki sükunet.

Renk, çokluk, bolluğa karşı zenginliği derinleşmede bulan bir sadelik, tekdüzelik.

Tatmin onlar için algı bombardımanı ile geliyor, benim için algıların yatışmasıyla başlıyor.

Bu da aynı yeri benim köyüm, onların şenlik alanı haline getiriyor.

*

Tazecik sabah.

Doğan güneşin sarısı yelken direklerine, kızılı teknelerin camlarına vurur, sularda salınırken bardağımı alıp balkona kuruldum.

Ayrı dünyaların insanlarıyız!

Derin uykularında çıtları çıkmazken dünyalarımız birbirinden uzaklaştıkça uzaklaşıyor. İnsan sessizliğini naneli çayımla birlikte yudumluyorum.

Gece onların, bu saatler benim.

18 Eylül 2021 Cumartesi

ŞİMDİ

Olanca dinginliğiyle güz.

Ölümün ona bir garip derinlik veriyor. Kumaşı konuşturan astar gibi.

Kararında sıcağı, makam değiştiren ışığı, olgun meyvenin tatlarına gelen renkleri testiye koyup başıma diker gibi giriyorum suya, seyrettiklerime karışıyorum.

Nefes almak bir hayat güzellemesi.

Tenhalaşan kasabada insanlar, rahatlayan tempoları, sade, sakin bir film akışıyla kayıp gidiyor. Seyirci ve oyuncu, onlardan biriyim.

13 Eylül 2021 Pazartesi

PS

Haberini aldık. Kaybetmişiz.

Her yerinde izinin, sesinin, fikrinin, emeğinin olduğu evin balkonuna çıktım. Bir iki ay önce son kez oturduğumuz zamanki (“Bistro masasının keşke biraz daha büyüğünü alsaymışız..”) bakışınla etrafa baktım. Yorgun ama hep ilgili, çirkinliklerle irkilen, güzelliklerle beslenen gözünle köşe çamını sevdim, karşı tepeler bugün puslu, yelken direkleriyle teknelere dokundum, denizin sakin yüzeyine içimi serdim.

Seni çoktan yüreğime almışım, bedeninin ölümüyle kurtuluşuna rahatladım.

Yokluğun zamanla, zaman zaman koyacak. İçim bir anıyla, paylaşma isteğiyle dönüp seni bulamayacağımı hatırlayıvermekle, ustası olduğun şeylerdeki yokluğunla burulacak.

Ama aramızdaki sadece zaman.

Buradan yüz yıl sonrasından bakışla eşitleniyoruz. Topraktan gelip karıştığımız toprakta.

Ölüm hayatın hasmı değil, özü.

Şimdi sen onun bir yüzünde, kalanlarımız diğer yüzündeyiz.

Vakti geldiğinde buluşmak üzere sevgili Çocuk!