Şu gökkubbede hoş sadasını bırakıp o da göçtü.
Müziğe, enstrümanına ve meditasyona yaklaşımına
dair notları bu zamanda daha da anlamlanıyor sanki.
*
On yıl boyunca enstrümanını selamlamayı,
dikkatini duruşuna, nefesine, sazının dokusu, hissine vermeyi gündelik bir
alışkanlık edinmiş. Kimi zaman bu selamlaşma birkaç saniyesini almış kimi zaman
belki bir beş dakikasını. Çalmaya başladığında o fiziksel-duyusal bağı
kaybetmiyormuş. Tınısının, enstrümanın sesine ilişkin hislerinin böylece tümüyle
ayırdında oluyormuş. Sadece dikkatini verir, özel bir şeyler yapmaya çalışmaz,
çalmak ve anda olmakla yetinirmiş. Çalışının duyusal-duygusal yönüne
odaklanır, takılıp kalmaz, an ile birlikte onu da geçmeye bırakırmış.
“Sabahları” demiş “Her zaman ben alt tarafı bir
çaylağım diye (yani başlangıç zihninde) kalkarsanız iyi bir başlangıç
yapmış olursunuz. ‘Başarım çantada keklik, istediğim her şeyi yapabilirim’
diyecek olursanız ama.. onu bilemem.”
2010’da yapılan başka bir söyleşiden: “Ölüm ya
da ölüm sandığınız şey ile birkaç kez burun buruna geldiğinizde bir an sonra
sağ olacağınızın hiçbir garantisi olmadığını idrak ediyorsunuz. Çalmaya
yaklaşımım da garanti diye bir şey olmadığının bilinci işte. Çalarken nerede,
nasıl bir halde olmak istiyorum? Derinlemesine odaklanmak ve hakikaten anda
olmanın çok yararını gördüm.”
Müzik ile günlük zazen (Zen meditasyonu) uygulaması
arasındaki ilişkiye de değinmiş.
“Müziğin beni bir şekilde zazen’e getirdiğini
düşünüyorum çünkü bu benim hayatımda bir tür ruhsal ya da dinsel hisse açılan
yegane pencere. Özüne baktığımda katıksız farkındalık olduğunu gördüm. Her
günümün mantrası, Zen hocam John Daido Loori’den. “Nedir Zen?” diye sormuştum. “Elindeki
her ne ise, sadece onu yap” demişti. Ne basit değil mi ama ne de zor!”
*
2012’de bana müzikal bir mucize gibi gelen
trioyu (Keith Jarrett ve Jack DeJohnette ile birlikte) capcanlı dinleyişimin
anısı yükseliverdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder