15 Eylül 2020 Salı

SELAM SANA GARY PEACOCK


Şu gökkubbede hoş sadasını bırakıp o da göçtü.

Müziğe, enstrümanına ve meditasyona yaklaşımına dair notları bu zamanda daha da anlamlanıyor sanki.

*
On yıl boyunca enstrümanını selamlamayı, dikkatini duruşuna, nefesine, sazının dokusu, hissine vermeyi gündelik bir alışkanlık edinmiş. Kimi zaman bu selamlaşma birkaç saniyesini almış kimi zaman belki bir beş dakikasını. Çalmaya başladığında o fiziksel-duyusal bağı kaybetmiyormuş. Tınısının, enstrümanın sesine ilişkin hislerinin böylece tümüyle ayırdında oluyormuş. Sadece dikkatini verir, özel bir şeyler yapmaya çalışmaz, çalmak ve anda olmakla yetinirmiş. Çalışının duyusal-duygusal yönüne odaklanır, takılıp kalmaz, an ile birlikte onu da geçmeye bırakırmış.

“Sabahları” demiş “Her zaman ben alt tarafı bir çaylağım diye (yani başlangıç zihninde) kalkarsanız iyi bir başlangıç yapmış olursunuz. ‘Başarım çantada keklik, istediğim her şeyi yapabilirim’ diyecek olursanız ama.. onu bilemem.”

2010’da yapılan başka bir söyleşiden: “Ölüm ya da ölüm sandığınız şey ile birkaç kez burun buruna geldiğinizde bir an sonra sağ olacağınızın hiçbir garantisi olmadığını idrak ediyorsunuz. Çalmaya yaklaşımım da garanti diye bir şey olmadığının bilinci işte. Çalarken nerede, nasıl bir halde olmak istiyorum? Derinlemesine odaklanmak ve hakikaten anda olmanın çok yararını gördüm.”

Müzik ile günlük zazen (Zen meditasyonu) uygulaması arasındaki ilişkiye de değinmiş.

“Müziğin beni bir şekilde zazen’e getirdiğini düşünüyorum çünkü bu benim hayatımda bir tür ruhsal ya da dinsel hisse açılan yegane pencere. Özüne baktığımda katıksız farkındalık olduğunu gördüm. Her günümün mantrası, Zen hocam John Daido Loori’den. “Nedir Zen?” diye sormuştum. “Elindeki her ne ise, sadece onu yap” demişti. Ne basit değil mi ama ne de zor!”

*
2012’de bana müzikal bir mucize gibi gelen trioyu (Keith Jarrett ve Jack DeJohnette ile birlikte) capcanlı dinleyişimin anısı yükseliverdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder