20 Eylül 2020 Pazar

SAVAŞ VE BARIŞ

Nasılsın, dedim.

Böyle dışardan baktığımda gayet iyiyim, dedi: Bedenimdeyse esaslı bir şeyler olmakta.

Kemoterapide ikinci kürün ardından nazenin bir bünyeyi kim bilir ne kadar zorlayacak, ufak tefek dediği sıkıntıları bir yana atarak güldü. “İçimde savaş, dışımda barış.”

*

Ciddi bir hastalık olanca apansızlığıyla bu kadar yakınına düşünce senin de bastığın zemin sarsılıyor. Gündelik hayatın yerini bir olağanüstü hale bırakması -eğer izin verirsen- seni de varsayımlarından, ön kabullerinden vs soyup çırılçıplak bırakıyor.

Dımdızlak.

Epeyce de dilsiz. Basmakalıp konuşmak, basmakalıp düşünmek istemeyeceğim kadar büyük bir şey karşısındayım. Yaşam onu koyup etrafını süslü çitlerle çevirdiğim bir özgüven alanının dışına taştığı an ne kadar güçlü. Öngörülmez. Belirsiz. Ona giydirdiğim kostümlerin, oturttuğum dekorların ötesinde. Ne ise adını koyamayacağım kadar o.

Koca koca soruları takvim arkası klişelerle karşılamaktan sakına durayım, gündelik dilin ayarı kendi sorularıyla karşıma çıkıyor.

Konuşurken, düşünürken dilin kendisi bir sorgulama meselesine dönüşüyor.

Noktanın, ünlemin yerini soru işaretleri, üç noktalar alıyor.

*

Kendim bildiğim şey ona sığmayacak bütünün ne ufacık bir parçası. Fizyolojik süreçleriyle bedenin, ona eklenen kültürel-çevresel faktörlerin sıkı trafiğiyle beynin küçük bir meyvesi. Meşe ve palamudu.

Düşüncelerim, duygularım, kaygılarım, arzularım. Olgu, hakikat muamelesi gören kanılarım. Ve bunların üzerine bina edip sürekli tekrarla pekiştirdiğim bir anlatı, bu yere göğe sığdıramadığım kendim.

Ona yerine getiremeyeceği görevler, masum olduğu suçlar, işi olmayan sorumluluklar yükleyerek belini bükerken mücadelesini verdiğim ne?

Kontrol?

Güveni kontrol üzerine kurma çabası mı savaş?

Peki barış?

Odağı dar kendim fikri-hissinden alıp yaymak, ayağını frenden de gazdan da bir yol çekmek?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder