27 Şubat 2020 Perşembe

EŞİK


Sen bir balıksın, akıntının tersine yüz.

Uyarım eşiğinin yukarıya, hep daha yukarı pompalandığı bir zamanda eşiği düşür.

Bir anda tek bir şeye yönel, elinde, önünde ne varsa onunla kal. Bir insan, konu, nesne, durum, bir kaygı, korku, sevinç.

Uyarım eşiğinin kontrolsüzce yükselmesine geçit vererek kendini tek bir şeye veremez oluyorsun.

Yeterince uyarılmamak dayanılmaz, boş, renksiz, yavan, sıkıcı hatta tehdit edici geliyor. Sabrını zorluyor.

Eşik yükseldikçe ilk düşen sabır zaten. Hadi, hemen, çabuk, bir daldan diğerine, bir iki dal yetmez, aynı anda bir orman olmalı neredeyse.

Sabırla birlikte dürtü kontrolü, kaldırma gücü ve doyum da düşüyor. Dört elle sarıldığın uyarımların sahneye girişiyle çıkışı bir oluyor.

Daha ne var, daha daha neler var?!

(Aklıma bir Budist mecazı geliyor. Doymak bilmez hayaletler; kursakları daracık, mideleri devasa. Ne kadar yese o kadar aç kalan hedefini şaşırmış Arzu.)

Tek bir şeyde kalmaya bakıyorum. Kendini vermenin mucizevi bir yanı var: Ben-o ayrımı ortadan kalkıyor. Tümüyle açıldığım şey olduğumda sabırsızlık kayboluyor. Elimde, önümde ne varsa bunun algısı inanılmazca bereketleniyor. Durduğu yerde kalamamanın yerini doğal ve derinlemesine bir doyum alıyor. Taze algı. Anlayış, tanıma.

Onlardan da önce kaçma dürtüsü son buluyor. Kendinden, korkularından, kaygılarından. Eşiği yukarı doğru pompalayan bu değil mi zaten?

Kaçış oldukça kaçılabilecek hiçbir yer olmadığını insan kendini sürekli oyalayarak, daldan dala atlayarak göz ardı etmek istiyor.

Sonra gelsin kısırdöngü.

Laçka olmuş uyarım eşiği gözün önündeki en kalın perde belki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder