Sen bir balıksın, akıntının tersine yüz.
Uyarım eşiğinin yukarıya, hep daha yukarı
pompalandığı bir zamanda eşiği düşür.
Bir anda tek bir şeye yönel, elinde, önünde ne
varsa onunla kal. Bir insan, konu, nesne, durum, bir kaygı, korku, sevinç.
Uyarım eşiğinin kontrolsüzce yükselmesine geçit
vererek kendini tek bir şeye veremez oluyorsun.
Yeterince uyarılmamak dayanılmaz, boş, renksiz,
yavan, sıkıcı hatta tehdit edici geliyor. Sabrını zorluyor.
Eşik yükseldikçe ilk düşen sabır zaten. Hadi,
hemen, çabuk, bir daldan diğerine, bir iki dal yetmez, aynı anda bir orman
olmalı neredeyse.
Sabırla birlikte dürtü kontrolü, kaldırma gücü
ve doyum da düşüyor. Dört elle sarıldığın uyarımların sahneye girişiyle çıkışı
bir oluyor.
Daha ne var, daha daha neler var?!
(Aklıma bir Budist mecazı geliyor. Doymak
bilmez hayaletler; kursakları daracık, mideleri devasa. Ne kadar yese o kadar
aç kalan hedefini şaşırmış Arzu.)
Tek bir şeyde kalmaya bakıyorum. Kendini
vermenin mucizevi bir yanı var: Ben-o ayrımı ortadan kalkıyor. Tümüyle açıldığım
şey olduğumda sabırsızlık kayboluyor. Elimde, önümde ne varsa bunun
algısı inanılmazca bereketleniyor. Durduğu yerde kalamamanın yerini doğal ve derinlemesine
bir doyum alıyor. Taze algı. Anlayış, tanıma.
Onlardan da önce kaçma dürtüsü son buluyor.
Kendinden, korkularından, kaygılarından. Eşiği yukarı doğru pompalayan bu değil
mi zaten?
Kaçış oldukça kaçılabilecek hiçbir yer
olmadığını insan kendini sürekli oyalayarak, daldan dala atlayarak göz ardı
etmek istiyor.
Sonra gelsin kısırdöngü.
Laçka olmuş uyarım eşiği gözün önündeki en
kalın perde belki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder