Neredeyse iki buçuk ay ara verdiğim güney
sıcağına ortasında dönünce feleğim şaştı. Suyla havayla birlikte ısınmak başka,
ayrılıp içine yeniden düşmek başka. Tost makinesi üzerime kapanır, bastırılır
gibi oldu. Dağılmamak için durdum.
*
Arkamı döndüğümde şu çekmeceyi, bu dolabı açık
bulunca ağzım da onlarla birlikte açılıyor, öyle kalıyor. “Tıpkı babam! Ben de
onun gibi kapısız-kapaksız oluyorum.” İrkiltici ama tuhaf bir biçimde avutucu
da.
*
Sıcağa bedenim birkaç günde alıştı. Kesintisiz
güney yazlarındaki tensel içli dışlılık hâlâ olmasa da sabahları yürüyüşe
çıkıyorum artık.
*
Yas. Kayıp. Nirengileri uç uca ekleyerek
kendinin kıldığın bir dünya kurgusunun denizin bir uzanışta dağıttığı kumdan
şatoya dönüşü. Yaşadıklarının aldığı, senin onlara verdiğin anlam, saksısı
düşüp kırılmış bitkinin sapı gibi elinde. Buradan nereye gitmeli? Hangi saksı?
Hangi toprak?
*
Denizden kıyıya bakıyordum geçende. Algımdaki
değişikliği fark ettim. Parça ile bütün arasında sekerek, kayarak, oyun
duygusuyla gidip gelmediğimi. Bütünlüğün yerini rastlantısal bir parçalılığa
bıraktığını. O vakit dünya ne kadar başkalaşıyor. Artık benim değil de,
ben içinde yüreği arap bülbülü gibi atan tedirgin, iğreti bir gelip geçenmişim
gibi.
*
Babamdan sonra diktirdiğimiz japon gülleri
hastalanmış. Begonvil verandaya tekinsiz bir uzaylı gibi iri dikenli dallarını
uzatmış. Bahçe saç sakal birbirine karışmış bir berduş gibiydi. Bitkileri
budattım, çimleri biçtirdim. İlaçlattım. Toparlandı biraz ama otları yolunmalı.
Ve daha epey işi var.
“Ah, eski gücüm olacaktı” diyordu babam geçen yıl
bu vakitlerde. “Bir güzel çapalar, havalandırırdım.” Toprak benim için fazla
somut. Fazla gerçek. İlişkilenemiyorum.
*
Boşluk değil. Hayat bunun için fazlasıyla
hissedilir. Kapsızlaşmak daha ziyade. Kapısız, kapaksızlaşmak. İçeriği ortaya
boca edildikten sonra çekmeceler ıskartaya çıkmış gibi. Düzenin, sınırların
eriyişi.
*
Dokunsan ağlıyorum. Bol, uzun. Ad koymadan. Tanımlara,
açıklamalara daralmadan.
*
Thomas Moore’un Care of the Soul’una
başladım. Bir el (baba, derviş, psikoterapist eli) şefkatle ruhuma dokunur gibi
oldu. “Hayat kendine anlattıkların değil. Durul. Bırak. Gör. Duy.”
*
Doğudan esiyor. Burnumda sıcak kum, tuzlu su
kokusu, sayfalar hışır hışır. Deniz çağırıyor.
Kalkayım da tuzumu tuzuna katayım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder