Ayarı kaçmış ölçülülüğün de
ölçüsüzlük olup çıktığını göremiyor.
24 Mayıs 2019 Cuma
21 Mayıs 2019 Salı
TAZE GÜNLER
Sabah. Taşlı toprak yolu
obur bir çene gibi öğütüyor adımlarım. Böyle haldır haldır yürümek basılan yere
ve an’a karşı hoyratlık gibi gelse de nefesi, kaslar ile dolaşımı açıyor. Kontrol,
güç ve bir iş başarma yanılgısı da cabası.
Enerjik yürüme insanı
çabası içinde sınırlıyor.
Küçük şeylerin ayırtına
varıp hemhal olmak yavaş yürüdüğüm, durup göz-kulak kesildiğim başka
yürüyüşlerde. O vakit boynumda kamera da oluyor, onu sepet edip mantar yerine
görüntüler topluyorum.
Sıcaklık birden fırladı,
çöl rüzgarları dediler. Birkaç gün sonra o tatlı diri-sıcak geri döndü.
Geceleri açık pencereden yayılan serinlikle üstüne bir şey daha alma ihtiyacı
güzel.
Kediler neredeyse
görünmüyor. Kış çok sert geçmiş, hayatta kalanlar perişan, yabani.
İnşaatlardan, tadilatlardan buraya uğramaz olmuşlar. Bizimkilerden kışı
atlatabilmiş olan olsa gelip yoklardı. Sarı kedi doğurduklarıyla birlikte
varlık sahnesinden silindi demek.
Oysa kedilerle birbirimize
iyi gelirdik.
Ama deniz var!
Hâlâ serin, dalgıç ceketi,
altına sörfçü gömleğiyle ancak girebiliyorum. İlk irkilmeden sonraysa nasıl da
çözücü. Katman katman duygu-düşünce ve artıklarını artık hiçbir anlam ifade
etmedikleri parçacıklara ayırıyor, yıkayıp uzaklaştırıyor. Ürpererek girdiğim
sudan canlanmış, kimliksizleşmiş, bomboş ve hafif, mutlu çıkıyorum.
Bahçeye Japon gülleri
getirttik. İyi ki geldik der gibi açıvermeye başladılar. Tatlı bir gülüş gibi.
Denizin sesleri, rüzgar,
kuşlar, ince uzun dalların tepesinde çubuk üzerinde tabak çeviren akrobatları
çağrıştırarak mor mor açan jakarandalar.. Hiç bıkmadığım bütün bir repertuar.
Kalabalık basmadan son
günler.
14 Mayıs 2019 Salı
GÜNEYDE
Bizimle gelecek son eşyayı
da ince ince paketledi Selil. Perdeleri arkamızdan çekip çıktık. Felix’i
yükleyip bir yola daha koyulduk. Bozkırlıktan çıkmış İç Anadolu’yu mevsimlik
yemyeşiliyle bu kez Toroslardan geçip güneye indik. Yazlığa. Babamın gönlünü
verdiği, 35 yılının çoğunu geçirdiği, belki de burasıyla uzamış ömrü kandil
gibi sönüp gittiğinde sevgisiyle birlikte bize kalan yere.
Boğazım Göksu vadisinden düğümlenmeye
başladı.
Burası buram buram babam.
Sonuna kadar sürdürdüğü yürüyüşlerde ayağının basmadığı karış kalmış mıdır?
Deniziyle rahatladı, havasında şifa buldu. Sessizliğinde hayatın, evrenin
sırlarına açıldı. Kimsesizliğinde kendi yalnızlığının yankılanmasına kulak
verdi. Okudu, ekti, hasat etti, yazdı, güldü, tefekkürlere daldı. Yazına,
kışına, güzüne, baharına, en sıcak, en tatlı hallerinden rüzgarı, fırtınasıyla
yaman vahşetine her yüzüne tanık oldu.
35 yıl! Uçurum kenarı
daracık bir bozuk kızıl toprak yolun ucundaki sapalığıyla anca aklına iyice
koymuşları çektiği en tenha zamanlarından Türkiye’nin değişimine paralel
gittiği, arabanın paspas kadar yaygınlaştığı tüket-at devrinde her şey gibi doluşulup
tüketildiği, kirletilip çiğnendiği bugünlere.
Kitle nereye savrulursa
savrulsun, babam için burası el üstünde, gönül gözündeki yerini hep korudu.
*
Eşyamızı indirdik. Emaneti
devraldık. Bazı şeye hiç dokunmadan nesneleri ayıkladık. Özü seninle, eski
kapları sal gitsin. Mekanı yeniden düzenledik.
İlk yürüyüşün her adımı
içime verdi. Ağır bir bayrak teslimi. Çünkü çok yoğun. Çünkü çok yüklü. Çünkü
dünyevi acılıklar babamı toprağa verişimle birlikte uçup gitmiş de geriye
yalnız gücünün anca bilincine vardığım bağ kalmış, o da varlığımı yeninden
yakalamış, babamın yokluğuna çeker gibi.
Selil’in ilk işi, badana sırasında
indirdikleri hanımelini budayıp kaldırdığı gibi yerine bağlamak oldu. Annem
sever diye babam o köşeye dikmiş. Annem şöyle bir sevdi. İçten ama kısa. Şehir
insanıydı o. Yani benim öbür yarım.
Yavaş yavaş, hissede
yoklaya kendi düzenlerimizi kuruyoruz. Yılın birkaç ayında nasıl en rahat
edeceksek. Birlikte ve ayrı ayrı. Babamın odasına ben geçtim. Nota sehpasını
panjurlu dar pencerenin önüne kurdum. Flütlerimi rafa dizdim. Bir iki kitabımı
kitapların arasına yerleştirirken günlüğüne gitti elim. Son notu geçen 16 Ekim’den.
“2018’i 2019’a bağlayan gece bir sürpriz olabilir” diye yazmış.
Sürprizini bir ay erken
yaptı. Bize dünya kadar şey bıraktı. Dünya kadar da şey götürdü.
Yoklukla varlığı
harmanlamak artık bize kalmış.
12 Mayıs 2019 Pazar
HACI ŞAKİR İLE PETROF
Son kalanlar ayıklanırken
piyano da görücüye çıkacaktı. 78’de Prag’dan belki öğreniriz belki satılır diye
alınmış bir Petrof. Yaslandığı duvardan gövdesi, pek az açılan kapağıyla ruhu
hiç kımıldamamış, akortu da düştüğü yerden düşen ama ışıl ışıl bir saz.
Kardeşim fotograflamam için kapaklarını açar, şaşırtıcı işçilik grafik çağrışımlar
uyandırırken içinde bir kalıp da sararıp taşlaşmış Hacı Şakir buldu. Sabun değerlendiren
bir aileyiz. Kirli sepetlerinin dipleri rengarenk, katman katman ele gelmez
olan sabun kirtiğiyle kaplıdır. Kokuya karşı, böceğe karşı, israfa karşı sabun.
Bunca işin yanında bir de
yasa iyi gelse ya. Yürekleri hafifletse, siyah-beyazlaşan algıyı geri renklendirse,
için içi yemesine engel olsa.
Biri diğerinden medet
umacakken biri sessiz bir piyano, diğeri su yüzü görmemiş sabun, iç içe ve
alakasız, kırk yıl aynı evde yaşamış gitmişler.
3 Mayıs 2019 Cuma
SEN SEN OL
Şu bir vakitlerinin
köyünün sokakları gibi bir ülke işte. Kargacık burgacık, dolambaçlı,
genişleyeceği yerde daralıp daralacağı yerde genişleyen. Onarıla bozula delik
deşik. Ortak çıkara, iyiliğe göre planlanmak yerine arazi sahibinin keyfi,
esnetilen sınırlarına göre oradan buradan açılmış, iki nokta arasını
dolandırdıkça dolandıran sokaklar. Yutulan yeşilin eksik olmayan hafriyatı,
evlerin kesintisiz tadilatıyla toz toprak içinde sokaklar.
Doğruluğun değil, eğri
büğrülüğün kural olduğu sokaklar.
Ama böyle.
Ortalığa klinik bir
netlikle baktığında mevcut, paslı bir çivi gibi batıyor gözüne. Olması
gerekenle aradaki açık dünyalar yutar.
Mesafeler de ayarsız
burada. Yakınlığın istila halini alması işten değil. Fakat güvenli mesafenin
korunduğu yerlerde de hiç olmadığı kadar destekleyici, kollayıcı, iç ısıtıcı.
Böyle.
Şimdi sen ölçütlerin ve bu
ölçütlerin sağladığı korunmuşluk alanınla girersen dünyan da kararır, için de
daralır.
Değmekten kaçındıkça
sürünür, bulaşır burası. Sokulur, ağzından burnundan girmeye başlar.
Kaçındıkça sen daralır,
silinir, eski bir kumaşın son renk lekesi gibi uçar gidersin.
Sal.
Güdülerinin bağırdığının
tam tersini yap.
Dokun.
Temas kur.
Bırak içinin artan
soğuğunu kaynaşmanın bunaltsa da yaşamak demek olan sıcağı alsın. Olacaksa
sürtüşme de olsun ama değ.
Değmedikçe için çekiliyor,
kuruyorsun. Ağzının tadı, yaşama iradenin gücünden oluyorsun. Saçmalığın
anlamsızlığını kıyasıya yargıladıkça anlam yaratma becerin gidiyor.
Doğrularını koy bir
kenara, peki şu eğrilikler ne sunuyor, kulak ver.
Sözüm hem sana hem bana.
Sen sen ol ama sen
olmayanla da bağını sürdür.
Yoksa bu sokaklarda işin
çok zor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)