Düşünüyorum da, ülkeye oto sanayi aynasından bakmak
mümkün.
Bu iş belki eksiği gediği kapama ihtiyacıyla başlamış.
Yokluklarla yetişen kuşakların geliştirdiği beceriyle. Varı yoğa yamayarak.
Çoğu az ile onararak. Ama onun hemen arkasında en güçlü, aynı zamanda en dikiş
tutmaz yanımızı görüyorum. Dahiyane buluşçuluğun bir ucu yozlaştırmaya varan
uydurukçuluk.
Uydur işte bir çare.
Bir yolunu bul.
Eğ bük, zorla, çarpıt.
Al bir şeyi, kafana göre öyle bir oldur ki aslıyla alakası
kalmasın.
Din. Demokrasi. Batıcılık. Modernizm.
Alışana, “değer verene” (önceki yazı) kadar sür, sürdür.
Oturur gibi oldu mu, muayene raporunu ver gitsin.
*
Taşrada şehirli hassasiyetleri, incelikleri ne kadar
uzak, anlamsız kalıyor. Bıyık altından ama iyi niyetli bir gülüşü hak ediyor.
Burası çıtkırıldımlıkların yeri değil, hayatın çatır çatır yaşandığı bir
gerçeklik. Basit, kaba, çirkin. İşlevsel.
Frencinin dışarı attığı eski masanın başında babam
yaşında görünen (ama pekala kardeşim yaşında da olabilecek) adamla sohbet
ediyorduk. Arka tekerleri sökülmüş Reno 12’nin sahibiymiş.
En iyisi bunlar, değil mi, dedim.
“He ya, eşek yerine kullanıyorum ben. Vur tarlaya,
bahçeye, yükle yükleyebildiğini, çeker.”
“Benimki hanım evladı.”
“E öyle. Toprak yola vurmayacan.”
Şehirlilik, geçmeyen akçe cebimde. Geçit versem hayatı
yokuşa sürecek, hayal kırıklığı, sürtüşme yaratacak (sızıntısıyla bile bunları
yapan), merceğinin altına geleni böcek gibi ezmek isteyecek fena halde sofistike
bir zorbalık.
Buzdağının altıyla barışık olacaksam oldurulması,
öldürülmesi isabet olacak bir yük.
Eğil bükül, uyumlan.
Olan ile birlikte ak git.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder