26 Aralık 2016 Pazartesi

SEYRELTİK BİR BEYOĞLU GEÇİŞİ

Boşluğu, anlamsızlığı, şekilsizliğiyle ne yapacağını bilemeden, kasesi öfkeli bir el tarafından sofraya çalınmış kıvamlı bir çorba lekesi misali darala genişleye dört bir yana yayılan Taksim Meydanına çıktım.

Yılbaşı tezgahlarına ayırdıkları alanın kırmızı takından girdim. Uzunca bir dikdörtgenin iki kenarı boyu sıralanan hediyelik eşya bölmeleri. Ortada bir sahne, boş. Banttan kulağa hoş gelen müzik yayını, kahve, kestane kokuları. Tenha. Tempom değişmeden dolandım.

Egzoz yoğunluğunun genzimi yaktığını söylediklerimden bir tepki almıyorum. Dışarıdan gelmişim, daha üç hafta önce doğadaydım, hava şımarığı olmuş. Şehirliler kurşun, asit solumaya alışık, neden söz ettiğimi anlamaları zaman alıyor. Birkaç gün esen poyraz kesildi, hava çöktü, yine ağır. Külrengi göğün ayazında yağmur çiselemeye başladı. İnce, tül gibi.

Çiçekçilere doğru yürürken polis bariyerleriyle çevrilmiş –boş bir ağıl gibi görünen- çemberin kenarında alışılmadık bir hareket dikkatimi çekti, dönüp baktım. Sırtını bariyere dayamış bir gencin üzerine abanarak onu geriye doğru iten başka bir genç. Çok ağır bir dans gibi. Bir ara eşcinsel bir çift mi dedim ama alttakinin doğrulur gibi oluşuyla diğerinin iki eliyle onun boynunu sıkıp yeniden geriye doğru eğdiğini fark ettim.

Etrafa bakındım. On on beş metre ilerde çoluk çocuk güvercinlere yem atıp seyreden dağınık, ufak bir grup. Gelen geçen tek tük insan. Beride süren sessiz şiddeti fark edenler müdahaleye yeltenmeden, yaklaşmadan göz ucuyla izliyor.

Ürkek, donuk bir çerçeve. Yalıtılmışlığınki.

Caddeye girdim. Galatasaray’dan aşağısı ile yukarısı arasında oranı değişmemişse de kalabalık bir vakitlerin yarısından belki daha da azı. Hızlanan yağmur altında hızlanmadan, şemsiye açmadan yürüdüm.

Sıcak, güzel bir koku peşinde Starbucks’a girdim. Kahvesine bayılmam ama önemli olan o değildi. Avuçlarımı karamel macchiato’nun karton bardağına doladım. Arkamı yaslanıp uzayan kahve kuyruğundakileri seyretmeye koyuldum. İnsanları. Hayatla nasıl ilişkilendiklerini, güçlerini nerelerden devşirdiklerini, karmaşa, kaos, korku, ışıksızlık, mutsuzluk ile nasıl baş ettiğini bilmediğim yabancıları.



Lale Plak. Elim Joshua Redman ile Brad Mehldau’nun Nearness albümüne gitti. Doğru gitmiş. Günün müziğiymiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder