En son elinde ufak bir alışveriş torbasıyla yolda
rastladım. Ağzı, burnunu örten beyaz maskesinden gözlerine taşmış bir
gülümsemeyle yeniden ayağa kalkmanın, kendi işini görmenin, kısa yürüyüşler
yapabilmenin ne nimet olduğunu keşfedişinden söz etti. Böyle giderse bir iki ay
içinde işine dönmeyi düşündüğünden.
Çok geçmedi, güneye göçtüm. Sonbaharın ortalarında ağır
hasta olduğunu, ikinci bir kez yenemediği kanserin bütün vücudunu sardığını
öğrendim. Şehre dönüşümde son haftalarını yaşadığını söylediler.
*
Kum saatinin yukarı bakan haznesinin hızla boşaldığını
bildiğim halde / bildiğim için seni arayamadım Engin. Boşunalık hissini
aşamadım. Lafların, tavırların ne hafif, uzak, boş kalacağı duygusunu. Nasıl
uzanacağımı, nasıl dokunacağımı bilemedim. Bir yanım bunun bir yolu olması
gerektiğine kuvvetle inansa da sarsaklığından ürken yanım yaklaşamadı.
Başucunda oturup elini tutmak, o hiçbir şeyin
doldurup örtemeyeceği, anlam veremeyeceği bilinmezliğin sen eşiğinde, ben daha
yabancısı, birlikte susmak.. Ama sıradan bilincin ayak bağını aşamadım.
*
Buz mavi havada kırık dökük bir cenaze töreni.
Arkadaşlar, eski öğretmenler, eş dost, biraz protokol.
Cenaze törenleri nasıldır, bilirsin. Tabutunun başında
allı desenli bir eşarp, tek bir çiçek, cansız bedenine sırtı dönük fanilerin
devam eden hayatları içinde bir toplanır gibi olan bir dağılıveren
dikkatlerinde sen şimdiden çözülmek üzere bir anısın.
Bu kadar önemsediğimiz, gözümüzde büyüttüğümüz şeyin,
hayatın maskesini yokluğuyla alaşağı ederek aslını, boşunalığı soğuk bir rüzgar
gibi estiren bir anı.
*
Seni mezarlığa uğurlayıp ellerimizi nefesimizle ısıta
ısıta yakınlardaki bir simit sarayına yollandık. Çaylar söyledik, kahve, ortaya
simitler. Ölümü kapının önünde bırakıp senden de biraz ama çokça devam edip
giden hayatlarımızdan söyleştik.
*
Akşam ezanı okunurken yattığı mezarlığı hayal ettim.
Karanlık, boş.
Ölmekten öyle korkuyordu ki diyordu acının yüreğini deştiği
kardeşi.
Zor muymuş Engin?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder