Güneşli-rüzgarlı diri havanın, insanlar ve renklerinin döne
döne tadını çıkarmış eve gidiyordum. Çelik köprünün kemerleri ötesinde karşı kıyıdaki
siloya vuran gölgeler dikkatimi çekti. Yaklaşmak için köprüye çıkmıştım ki trenin
düdüğü yükseldi. (“Düdük,” çıkan sesle hiç ilgisiz kalıyor.) Kesintisiz, yüksek,
tonlar çeken bir ses. Tren köprüye girdiğinde yaya geçidinin ortalarındaydım, dikkatim
hala silodaki gölgelerde. Birden her şeyin ağırlığı değişti. Zamanın. Çekimin. Hayatın.
Muazzam bir yük çeliğe bindi. Köprünün olanca gerilimini tabanlarımda duydum. Bildiğim
hiçbir şeye benzemeyen titreşimini. (“Titreşim” de “düdük” gibi; fazla ince, cılız.)
Union Pacific ağır, çok ağır geçerken köprünün o yanı karardı, makine yağı, ılınmış
kirli metal kokuları tozuyan raylardan yükseldi.
Ve sesler! Tanrım, o sesler.. Çeliği
ezen çelik, uğultu, çın-çın’lar. Tarihöncesi mahluklarının, mamutların yeri sarsan
iniltisi, gıcırtılar. Bütün bunların etrafımı kuşatan o demir-çelik-beton cengeliyle
ilintilenen örgüsünün dibinde büyülendim kaldım.
https://www.youtube.com/watch?v=OXgjaecbxmU&feature=em-upload_owner
https://www.youtube.com/watch?v=O6fk1gqYO5Y&feature=em-upload_owner
https://www.youtube.com/watch?v=OXgjaecbxmU&feature=em-upload_owner
https://www.youtube.com/watch?v=O6fk1gqYO5Y&feature=em-upload_owner
Uzun zamandır içine düştüğüm en esaslı konserdi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder