İki kitap okuyorum.
Vibrafoncu Gary Burton’un otobiyografisi Learning to listen, elden düşecek gibi
değil. Sanat yaşamı cazın çok hareketli bir dönemine denk gelen bir müzisyenin,
kendi doğumundan sadece on küsur yıl önce ortaya çıkan enstrümanıyla birlikte
serpiliş hikayesi.
Müziğin dudak uçuklatan isimleriyle sahnede, sokaklarda, kulislerde,
art arda eklenen turnelerde içli dışlı olurken müzisyenlerin aklımı alan
dünyalarını ağzım açık seyrediyorum. Mücadelelerini, kavgalarını, hırslarını,
tutkularını, sanata getirdikleri yenilikleri, dehalarını kemiren zaaflarını..
Bir yandan, “içindeki çalgıcıya” güvenip kulak vermeyi erken yaşta öğrenerek
akıntıya tersinden dalıp yön vermiş Burton’un kişisel öyküsü de akıyor: Dışa
dönük, büyük şehirli bir maço alemi olan caz dünyasına taşradan gelip atılan
içe dönük, eşcinselliğiyle karmaşa yaşayan bir beyaz. İçim kıyılarak okuduğum
bölümleri gözlerimden yaş gelerek güldüğüm anekdotlar izliyor. Hepsi baş
döndürücü bir hareket. Ritmi ve örgüsüyle bir müzisyenin elinden çıkma olduğu açıkça
hissedilen de bir anlatım. Son derece sade, dengeli.
Bütün bir dönemin elbette ama aynı zamanda içini ve
dışını dinlemeyi öğrenen bir insanın hikayesi.
*
Diğer kitap, şu sıralar gözde yazarlarımdan biri olup çıkan
Mark Epstein’ın Thoughts without a thinker’ı
(Düşünürsüz Düşünceler).
Budist bir bakış açısından psikoterapi.
Budizmi psikoterapiye katma fikri ilkten kafamdaki
önyargıya takıldı. Tamam, olmadık akımları birleştirmek sanatta, müzikte pekala
mubah. Al mesela Gary Burton’un başını
çektiği füzyon caz. Gerçi kuantum terapilerin havada uçuştuğu bu çağda ana akım
artık her şeyi her şeyle bir araya getirmek. Yine de, Epstein’ı okudukça Budizm
ile psikoterapiyi nasıl da genel kanıya uygun (ve temelsiz olduğu anlaşılan)
bir şekilde çerçevelemiş olduğumu anlıyorum.
Buna göre kabaca psikoterapi nevrotik dünyaya ayak
uydurmaya yönelirken Budizm onu “aşıyor.”
Epstein, Burton’un duru ritmiyle bu yanlış
tanımlamalardan başlayarak adım adım işin özüne götürüyor.
Budizmin, etrafında pekişen mistik, egzotik çağrışımlar
ötesinde tümüyle insan bilgisi, psikoloji olduğunu gösteriyor. Buda’nın
aydınlanmasının, zihnin doğasına uyanış olduğunu. Psikoterapinin fili
tanımlayan körler misali bir orası bir burasından yaklaştığı şeyin doğasının
bir bütün olarak kavranışını.
Samsara (kendimizi bilmezliğimiz, cehaletimiz, hırs,
nefret ve arzularımızın avucunda durmadan çevirip acı ve sefalet ürettiğimiz
yaşam çemberi) simgelerini, insanın hayvaniden başlayıp tanrısala uzanan
varoluş boyutlarını psikoterapi anahtarlarıyla açıyor. Buda’nın deneyimini
aktardığı derslerinin, sutraların
psikoloji diline tercümesini yapıyor.
Budizmin düsturu Samsara
nirvana, nirvana samsaradır ile Budizmden bekleyeceğimizin çöplüğü geride
bırakarak ilelebet mutluluğa erişilecek bir aşma-kaçma, bireysel bir “yırtma”
değil, tam tersine, “çöplük” olarak görünene dalma olduğunu ortaya koyuyor.
(Zen ustası Dogen: “Budizmi incelemek benliği
incelemektir/Benliği incelemek benliği unutmak/Benliği unutmak başkalarıyla bir
olmak.”)
Bunu insan sefaletimizin kaynağı, yanlış anlaşılmış
zihinle değil, “çıplak dikkat” dedikleri farkındalık uygulamasıyla yaparsak,
yabancılaştığımız, ittiğimiz (ve çok ilginç, “benlik” dediğimiz şeyi bu itme
etrafına kurduğumuz) nevrotik yanlarımızla onları bütüne katıp özgürleşebileceğimiz
yeni bir ilişki kuracağımızı öne sürüyor.
Epstein psikoterapiyi de Budizmi de sorunun kaynağıyla
yeni bir ilişkilenme olarak görüyor.(Epstein’ın anladığı şekliyle psikoterapi,
Budizmin işaret ettiği deneyime bir tercüme, çerçeve ve dil sunmaya aday.)
Zihnin geveledikleri ötesinde doğrudan bir ilişkilenme.
Sözcüklerin dili büyük ölçüde zihinle sınırlı olduğundan
ötesinin anlatımı haliyle oturduğu yerden bakan kişi için çetrefilleşiyor. 3
boyutlu filmi özel gözlüğü olmadan seyretmek gibi, bulanık, çelişik
görünebiliyor.
Ama ilk elden deneyimlendiğinde bu “başka türlü
ilişkilenme,” en azından başlangıçta dilsiz kalmaya mahkum da olsa gayet
belirgin ve gerçek.
Dünyasını anlamlandırmada düşünceden ya da ham histen
başkasını bilmeyen insanı bekleyen bir eşik var burada.
Harlı bir ilgiyle seyredilen zihni kullanmak, seslerin
hazır tuşlar, perdelerle dilimlere ayrılmadığı bir enstrüman çalmak gibi.
Daha da çetini; müzisyenin ne görünür ne elle tutulur
elektrik dalgalarına dokunarak ses çıkardığı theremin çalmak gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder