Bir kez asıp yıldan yıla pekiştirdiğim yafta Kasımın
boynunda kaldı:
Sonbaharla kış arası, ne deve ne kuş, ayağını eşiğe
dayamış seyyar satıcı gibi malını (nursuzluğu, kasvetini) dayatan ay. En
sevmediğim!
Hem her takvime bir baş tacı bir de günah keçisi gerek,
değil mi? Kasım da benim zaman hıncımın çekicisi olageldi.
Arada ışıltılı günleri olursa bunlara da hiçe sayan bir
omuz silkmeyle istisna deyip geçiyordum.
Bu yıl, apartmanın köşesinden almış başını, gözümü
doldurarak yükselmeye devam eden çınara uyandım.
Alacalanması dorukta yapraklarına derin mavi güz göğünden
boca edilen ışıklara. Her bir anındaki renk-doku zenginliğine.
Dallarda birbirine sürünen, yerlerde yuvarlanan yaprakların renklerine katılmış, şehrin gürültüsü üzerinde doğanın fısıltısı gibi yayılan hışırtılarına.
Peki aylardan hangisi?
Kasım, dedim, gözlerim parlarken başımı önüme eğdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder