Vurmaktan çok dağ bayır dolanmayı seven avcılar gibi,
tüfek yerine de boynuma kamerayı asıp sabah yürüyüşüne çıktım. Ne çıkarsa
bahtıma!
İki koyu birleştiren düzlüğe daldım. Son yağmurun
birikintileri hâlâ çekilmemiş; toprak, geçirgen olduğu yerlerde kuru, çıtır
çıtır, sonra neredeyse balçık. Kara, kızıl, fildişi yamalarında kızıl-turuncu,
sarı soluk, yeşil çalı, çayır, dikenler. Bitki örtüsüyle dokusu da
çeşitlenen bu renk şenliğinin çam ve maki kaplı tepelere kadar halı gibi
yayılışını sindire sindire yürüdüm.
Birikintilerin etrafından dolandım. Bir yandan foto
çekiyordum ama bana vites atlatan, ateşimi körükleyen bir şey yoktu henüz.
Çalıların altındaki cam kırıklarıyla oyalandım biraz. Kafamdaki bir tasarıya
yakındı. Ama Alex ve filtrelerinin baş edeceği iş; boynumdaki ufaklıkla olmaz.
Rasgele batıya saptım. Çerçöp sıklaştı. Denizin, ardından
rüzgarın attığı naylonlar. Seramik kırıkları, boru parçaları, teneke kutular,
renkli plastik şişeler.. Derken bütün bir klozet! Bembeyaz. Yan yatmış. Güldüm.
Öyle saçmaydı ki. Çevresinde dolaşıp orası burasından baktım. Bir açıdan
gölgelerin de yardımıyla ağzı açık modern bir kadın heykelini andırıyordu.
Mutsuz ölmüş, oracığa serilip kalmış. “Toprağı bol olsun” fotosu öyle çıktı.
Birkaç metre ilerledim ilerlemedim, yeşil camı, arkadan
vuran güneşi etrafına dağıtan bir maden suyu şişesi ile öbek olmuş beyaz-mavi,
sarı plastik parçalarına rastladım. Plastiklerin lime lime uçlarının azgın
denizde dalga başları gibi hareketlendirdiği, gür ışıkla uçuculaşan enfes bir
öbek!
Bir anda keskinleştim. Düşmüş bir kuşun başındaki kedi
gibiydim artık. Avını bulmuş.
İştahla giriştim. Plastiği er geç yutmak üzere
çevreleyen organik örtüyü kadraja sokup çıkara çalışırken çağrışımlar art arda
çakıyordu. Galaktik bulutlar, Şerublar. Tayfur Sanlıman’ın, Utku Varlık’ın
uhrevi ışıkları.. Gözümün önü ve arkasında plastik ve çöp dalga dalga
dönüşüyor.
Olan buydu.
Sonradan fotoların başına oturduğumda ayrı eğlendim,
düşündüm, güldüm.
“Bunlardan bir dosya edip Bienal’e başvurmalı. Benden
kötüsünü mü bulacaklar?”
Mesela albüme kapak seçtiğim kare. Plastikle birlikte
yırtılmış Silifke yazısı olanı. Bu foto ile serinin bütününe daha afili durması
için yerin tarihteki adını vereceksin: Seleukia!
Sonra tabii kasıntılı, kulağa entelektüel gelen, aslında
torba dolusu laftan öte bir şey olmayan bir metin patlatıp ekleyeceksin.
Organik ölümün seramik tınısından vurup doğayla plastik çekişmenin
transandansından çıkacaksın.
Gazı “eserine” laflarla vereceksin. Çünkü şimdi artık
öyle. Kabındaki sanat sade suya tiritken ruhu arkadan, laflar-laflarla örülü
ilave paketinde geliyor. Bağırsakları çalışmayan hastaya taktıkları harici
torba gibi.
Kuru tozu al, paketle birlikte verilen şerbete bir zahmet
kat, kendi meşrubatını kendin et.
Ben bu sabah yürüyüşünde tozu da çöplerden kendim
öğüttüm.
Çağın ekstravagansı sayesinde iki kat sanatçı oluverdim!
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder