Mayıs ama o irtifada hala serin, dağda öğle molası verdim.
Güneş çıkar umuduyla çekilmiş branda altına, açıkta oturdum. Yerken zevk, hemen ardından pişmanlık duyduğum bol baharatlı köfteden söyledim. Gelmesini beklerken gözlerim az uyaranlı çevrede şöyle bir dolandı, birkaç metre ötede, çapraz karşımdaki masada durdu sonra. Yirmilerinde iki adam yemek yiyordu. Daha doğrusu biri yiyor, diğeri yutuyordu. Ona önce bakışım takıldı, izledikçe aklım, derken hayal gücüm de gözüme katıldı.
İnce gömleğinin kollarını sıvamış, tabağına yumulmuştu. Birkaç günlük esmer tıraşı altında profilden gördüğüm avurdu vahşice, soluk soluğa çalışıyor, lokmaları rampa çıkan buharlı trene kömür küreler gibi sıralıyordu.
Ne ateş! Ne iştah!
Aldım bunu, hayatın çeşitli alanlarına yaydım.
Sonra da zaman içinde kaydırdım.
Ömrünü beşer onar yıl ilerlettim. Taş yese akşamına yeniden acıkacağı yaştan beden sularının çekilmeye başladığı, dişlerin gevrediği dönemlere ittim bir iki dokunuşta. Rampanın iyice dikleştiği, kürenecek kömürün azalıp küreyicinin neredeyse tükendiği vakte.
Gücüyle mutlak izlenimi veren iştahı, zamanın bir defalık büyük piyangosu haline getirdim.
Taş yesem akşamına yeniden acıkmaz olduğum kendi zamanımla böylece denkleştirdim.
İkimiz de farklı biçimlerde doymuş, aynı anlarda rahatlayarak arkamıza yaslandığımızda köftem geldi.
Ardından hiçbir pişmanlık da duymadım.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder