18 Mayıs 2011 Çarşamba

ÇORABI ÖRMEK

Denk düştü, uzun zamandır istediğimi yaptım. Fotograf makinemi aldım, başında bir arkadaşımın olduğu kadın çorapları fabrikasına gittim.

Sevdiğim bir şey: Herhangi bir yaşantının içinden öylece akarken birden durup bunun hikayesini fotografla nasıl anlatırsın şimdi diye kendimi apansız yakalamak.

Neresinden başlar, neleri seçip birbirine nasıl bağlar, neresinden çıkarsın?

Seçtiğin çerçeve ne olur, içi neyle dolar?

Böylece birden “konulaşan” şeyle daha önce karşılaşıp karşılaşmadığımın önemi kalmaz; iş, hikayesini anlatmaya geldiğinde pasif algı yerini aktif kavrayışa bırakır, anlatmak için öyle olması gerekir. Bu da her zaman yeni olur.

*

Şehir trafiğinden kurtulur kurtulmaz rahatlayan çevrede (alçak tepelerde şöyle bir dalgalanarak uzayıp giden yemyeşil ekili alanlar, usul deniz, rüzgar çiftliklerinin sakin sakin dönen beyaz dev pervaneleri) gözlerim yatıştıkça yatıştı.

İki buçuk saat sonra ben fabrikanın kapısına, ağzım da kulaklarıma varmıştık.

Arkadaşım neyin nerede olduğunu gösterdikten sonra beni dolanmaya bıraktı.

Yol boyu gevşemiş duyularım, şekerlemesinden dört ayak üzerinde sıçrayarak uyanan bir kedi gibi birden alarma geçti, sonra da kesintisiz bir bombardımana tutuldu.

Tekmili birden.

İçeri girmemle uğultu ve görüntü karmaşası birlikte patlak verdi.

Koca hangarlar dolusu sıra sıra makinenin gürültülü hummasına daldım. Akan, dönen şeritleriyle hareketine dağıldım. Borular, gövdeler, makaralar, düğmeler-düğmelerle hareketsiz kısımlarının görüntüsü de gördüğünü anlamlandırmaya çalışan gözlerime yüklendi.

Ve sıcak.

“Kaos!” dedim. Sonra kendi kendimi düzelttim. Henüz geldiğin kıyısından sana görünen o. Düzenini çözemediğin için..

Düzeninden paylarına düşeni çoktan çözmüş, kanıksamış, kurutucu bir rutine çevirmiş çalışanlarsa kelimenin tam anlamıyla tıkır tıkır işlerini yapmaktaydı.

Hadi bakalım, duyuların dört bir yana savrulurken hikayeni toparla sen!

Böylece dikkatim bir yandan görüp işittiklerimden seker, bir yandan çalışanları seyreder, dünyalarını orasından burasından canlandırmaya çalışırken bölümden bölüme geçtim. Kimya yasaları uyarınca serin olması gereken örgü kısmında sıcak, yerini iyice artan gürültüye bıraktı. Sonra, boyama bölümünde peşine alışılmadık, yoğun kokuları katarak geri geldi.

Gördüklerimi çiğnenebilir küçük lokmalara bölen kameramdan da destek alıp onu yönlendirerek bir oradan bir buradan cümle parçaları kuruyor; kaos gibi hissettiğim yorucu düzeni ortaya koymaya çalışıyordum:

Kaçtı mı yüzüne bile bakmadan çöpe yolladığımız var ama yok incelikteki bir nesnenin, teknoloji ile insanı kaynaştırarak akıntısına katıp götüren çok girdili karmaşık üretim sürecini –bu cümleye benzer alengirli bir akışla- anlatmaya.

*

Ateş harlandıran iyi bir gezi oldu.

Geride çektiğim onlarca fotograftan ayıklanan bir albüm bıraktı.

Ve kaçtıkça çöpe atacağım çorabın bir daha yabana atamayacağım fikrini.

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder