4 Haziran 2010 Cuma

8000 YILLIK GENÇ



Sakıp Sabancı Müzesinde açılan Efsane İstanbul: Bir Başkentin 8000 Yılı sergisinin basın toplantısına mymerhaba.com adına gider misin, dedi Zeyda. Elbette!

Ne hoş görevmiş. Ortaya çıkış öyküsünü ilk elden dinlemiş, sergiyi kotaranların heyecanıyla gezmiş oldum.

Binlerce yılı kapsamaya yönelik ilk sergi, 83’teki, tadı hala damağımda olan Anadolu Medeniyetleri idi. Efsane İstanbul onu da, küçük bir provasıydı dedikleri Paris’teki sergiyi de aşmış.

Değişen algılarda kainatın, dünyanın, bölgenin merkezi sayılmış bir yerin 8000 yıllık tarihini özüyle verebilme çabası 503 eserlik bu derlemeyle sonuçlanmış.

İstanbul’dan zaman-mekana yayılmış etkilerin izini süren 503 eser, dile kolay!

Parçalar Rusya’dan Katar’a 15 ülke müze ve koleksiyonlarından ödünç alınmış. Sponsorluk ve dört koldan katkılarla koskoca bir orkestra işi. Şefi de, Hipodromun Dört Atı önünde kalakaldığımda Obama’yı taklit ederek büyük bir zevkle “Yes, we can!” diyen Dr. Nazan Ölçer.

Sergi mimarı Boris Micka onu “Yüksek diplomasi ile kasırga karışımı” diye tanımlamakta hiç haksız görünmüyor. Vatikan’dan Fener Patrikhanesine, bunca kurum ve kişiyi ellerindeki eşsiz parçaları bu sergiye ödünç vermeye ikna edebilmek tam da bunu gerektirirmiş.

Sıra serginin kendisindeydi.

“Her sergi bir sahnelemedir” dedi Şef. Bağlamından kopmuş parçanın ziyaretçi tarafından anlaşılabilir hale getirilmesini gerektirir.

İşte burada Boris Micka ve bütün nimetleriyle teknoloji oyuna katılmış.

Ağaç gövdeleri (iyi bir simge) ve önlerindeki oturmalık kütüklerle loş giriş, kent hikayesinin Boğaz’ın Buz Çağındaki oluşumundan tarih çağları, derken Osmanlı’ya kadar birkaç solukta izlendiği bir seyir alanına dönüştürülmüş. Serginin zaman sınırları baştan çizilmiş. İçi de ustaca doldurulmuş.

Beni bu giriş kadar, daha bile çok etkileyen ise kubbe vurgusu oldu.

Kent siluetine hemen her dönem damgasını vuran kubbe karakteristik eleman olarak seçilmiş. Konstantinople-İstanbul’un en büyük kubbeleri, mekanın ortasına kurulan kubbe iskeletine dönüşümlü olarak yansıtılıyor (müthiş bir fotografik olay!). Yansıtma durağan değil; başınızı çeviren sizmişsiniz gibi dönüyor. Böylece kubbeler, birkaç metre ötenize kadar yaklaşarak siz kafanızı bile oynatmadan dairevi bir hareketle sunuyor size kendilerini. (Sırf bunun için bile giderdim.)

Ve sonra her birinin tarihi ve güncel öyküsüyle yüzlerce eser.

Sekiz bin yıl ve iki saatin sonunda Nazan Ölçer’e bir kez daha katılarak çıktım:

Doğan-yeniden doğan bir şehir bu. 8000 yıllık ve her dem capcanlı, gencecik, kıpır kıpır!

Gündelik yaşamın hayhuyu ya da sıradan insan ölçeğimizde unutabildiğimiz değerini hatırlatmanın gümbür gümbür bir yolu olmuş bu sergi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder