Sen istediğin kadar yayın yap, alıcısı olmazsa boşluktur ilettiğin, sözün de hiç. Şu Zen koanındaki gibi. “Nedir bir elin sesi?”
Ama tek bir alıcın bile varsa, oradasındır. Kendin de olabilir bu, fark eder mi?
Pişerken, piştikten sonra elinden çıkana zevkle, heyecanla bakıyor, tadına varıyorsan, ne mutlu! Hayattaki yerine hakkını vermek işte. Sofrana başka buyuran da varsa katlanıverir hoşluk.
Ya, dediğinden anladığını bildiğin bu izleyici de ilgisini, merakını yitirdiğinde? Yaptığına herkesten önce (belki de sonra, çok sonra, onu bilemem) kendi burnunu kıvırmaya başlamışsan? Elinden gelene duyarsızlaşıyorsan?
Şerbeti kaçırılmış revani gibi mi yazıyorsun ne?
Fazla pembe, fazla tatlı. Anlamsızca romantik.
Öngörülebilir.
Örüntüsü bir kez çözüldükten sonra artık okumaya gerek yok; neye nasıl bakıp ne göreceğin kestirilebilir.
İmge baskınların da.. yorucu! Vazgeç sekmekten, düzgün düzgün yürü biraz.
Bir yanım cılızlaşarak devam ederken diğeri artık onun hayrete uğratılmaktan çok hoşlanan, nüanslarını keyifle ayrımsayan en büyük destekçisi değil.
Yazmak da ateşimi körükleyen bir dans olmaktan çıkıyor.
Kendi gözünden düşmek böyle oluyormuş demek.
Eh, bakalım bozulan bu oyundan ne çıkacak?
Doğada Bahar
YanıtlaSilSeda bu ne buhar?
Çağır ilham perini
Çekiştirsin berini
Al nefesi doğadan
Yak pilot ateşini
Tutuştursun derinden
Gel de çık şu ininden...