Depremin bu uzaklıktan bile sarsıntısı, çiğnemeyi bırak, üzerine ağzımı kapayabileceğimden çok daha büyük, devasa bir lokma gibi tıkıldı içime. Yutsan yutulmaz, tükürsen tükürülmez. Nefes kesici.
Baktım debelendikçe
kötüleşiyor. Eğilim sindirmeye, onun için açıklamalar bulup sorumlular tayin
etmeye. Her şeyi yerli yerine oturtup kayan düzeni kafada olsun geri getirmeye.
Ama olmuyor. Hele de işin
kolayına kaçıp basitleştirmelerle, ezber açıklamalarla avunamıyorsan doluya koysan
almıyor, boşa koysan dolmuyor.
Karşında dipsiz kara
ağzını açmış belirsizlik, canhıraş acı karşısında çaresizlik.
Bıçak kemiğe dayandığında
hatırladım. Debelenme! Duyguların, içgüdülerin, tepkilerin bu sıcağında aklın 5
yaşındaki bir çocuğun kaldırılacak enkaz karşısındaki avucu kadar. İşin içinden
onunla çıkamazsın. Şimdi olmaz.
Kendini uçurumdan aşağı
bırakır gibi trajedinin ağırlığına teslim ol. Güçsüzlüğünü kabul et. Öfkeye,
nefrete sığınma.
Sonuçta bu, üç müteahhit,
beş firma, bir iktidarla kalmayan, çürük çarık harcını üretici, tüketici,
denetleyici hep birlikte kardığımız bir zihniyetin, köklü bir kültürün işi
olmadı mı? Sorumsuzluk, ciddiyetsizlik, sahtekarlık ayyuka çıkmış olsa da yeni
mi? Sahiplenmeme, adam sendecilik, doğru olmanın karşılaştığı müthiş direnç
kimin tekelinde?
Davranışlarımızın,
seçimlerimizin, seçimsizliğimizin sonuçları olmayacağı yanılsamasını doğa yerle
bir etti, suratlarımıza çaldı.
Ektiğimizi biçtik.
Kendimiz ettik, kendimiz
bulduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder