23 Şubat 2023 Perşembe

OLACAK ŞEY Mİ!

Yeni temizlikçiden şikayetlerini saydı döktü. İnatçıymış, bildiğinden şaşmıyormuş. (“Bakmasını söylediğim mutfak dolabının kilitli olduğunu tutturdu! Düşünebiliyor musun, her gün kullandığım dolap!”) Yatak takımlarını nasıl ayırması gerektiğini on kere söyledikten sonra örtüyü kaldırıp da nevresim, çarşaf, yastıkların her birinin ayrı telden çaldığını görünce sinirden uykusuz bir gece geçirmiş. Beni zaten dinlemediği için cansızlığını fark etmediği sempatim, telefon konuşmasının üzerinden bir süre geçtikten sonra neredeyse öfkeli bir antipatiye dönüştü. Kafamda canlanan sesini (“NASIL sinirlendim!”) yakasından tutup silkeledim. Tanrı aşkına! Tozu dumanı dağılmayan şu depremler zamanı derdin itaatsiz hizmetkarlar olsun!

Çok geçmedi, kafamı iki yana sallayıp kendime geldim. Sanki tek bir gerçekliğe sıralı, şiddeti, ciddiyeti, ağırbaşlılığı ile yerli yerinde verilecek tek bir tepkiyle sınanıyoruz da. Bu kurgusal “doğru tepkiler” senaryosundan sapanı (kapıldığımız suçluluk, kınanma, dışlanma korkusuyla kendimiz dahil) yerden yere çalmaya teşneyiz. Oysa her birimizin kendince tarttığı, etkilendiği, yorumladığı bir olgu ve dikkatimizle duygularımızın elverdiği tepkileri gösterişimiz söz konusu. Hayatı aşırı basitleştirici kalıplara zorlayan içimizdeki kıt ufuklu “yerindelik komiseri” neye ne kadar ve hangi süreyle tepki vermenin münasip görüneceğini buyuradursun, her biri başka takımdan yatak örtülerinin uyku kaçırıcı sinir bozukluğu depremlerin önüne geçebilir. Bunun ego yıkıcı tahribatı sahibi için orda bir yerinkinden daha sarsıcı olabilir -e, olmuş da işte.

Sonuçta kafamıza yansıyanı onun içindekiyle eleyip tepkilerimizi buna veriyoruz. Olan bu değilmiş, başka türlü olabilirmiş gibi üzerine kınama polisliğiyle yürümenin anlamı ne?

*

Sohbet, Erdoğan’ın yine kazanma ihtimaline döndüğünde karşımdaki, öfkeden kapkara kesilen suratıyla bunca insanın haklı tepkisi, nefretiyle zor o iş derken aklımdan yine aynı şey geçti. Son derece kırılgan durumdaki insanların etkiye çok açık zihinlerinin doğru tellerini titreştirip “bir umut” satarsa neden olmasın? Gidip gidip piyango bileti satın aldıran aynı mekanizma harekete geçerse? Sihirli değnek, bir anda çözüm ihtiyacı zirvedeyken?

Jonathan Haidt’in “Emosyonel köpeğin rasyonel kuyruğu” makalesini düşünüyorum. Sarsılmaz bir mantığa dayalı olduğu varsayılan “aklın,” emosyonel dürtülerle belirlenen tepkilere, attığımız adımlara, seçimlerimize bunları sonradan uygunluk mahkemesinden geçirmeye yetecek bir kılıftan ibaret kalan bir merci oluşunu.

19 Şubat 2023 Pazar

SAHİ Mİ?

Sıkça “Hah işte, tam öyle!” diyerek bir kitap okuyorum: A mind of its own (Kendince bir zihin), Cordelia Fine. Beynin zihin oluşumundaki işleyişine, zaafları ve avantajlarıyla bu işleyişin kendine özgü tuhaflıklarına eğiliyor. Yanılgıları, yanılsamaları kuşkuya yer bırakmayan bir kesinlikle inandırıcı kılmasına. Kaygan zeminlerde son derece şaibeli temeller üzerine bina ettiğimiz kanıların, yargıların verdiği şaşmazlık hissine.. Tam da şu sıra okunacak şey, değil mi?

Beyin, işi başından aşkın bir merci. Önceliklerini zaman ve enerji tasarrufu gözeterek sıralaması yaşamsal olabiliyor. Az veriden bütüne varmak, kısa yollar, kestirmeler. Deneyimle birlikte genellemelerde ustalaşsa da arada (sık sık) fena halde çuvallayabilmesi göz ardı edilecek şey değil. Leb demeden karpuzu anlamasına iki yakın örnek. İlkini bu sabah bir arkadaşımdan dinledim. Gecenin bir vakti arabasını ucuna bıraktığı çıkmaz sokaktan ortalığı ayağa kaldıran korna sesleriyle dışarı fırlamış. Arabasını oradan çekmesini kabaca bildiren şoförle epey dalaşmışlar. Fotograflayıp içeri girmiş. Fotografa bakarken aracın üzerindeki POLİS yazısını görmüş ve olmadık kabus senaryolarıyla uykusuz bir gece geçirmiş. Sabah bir daha baktığında gördüğü yazının arkadaki bir kordondan yansıdığını, o arabayla ilgisi olmadığını fark etmiş.

İkincisini de ben yaşadım. Bir hafta kadar önce tüp gaz getirtmiştim. Deprem yeni olmuştu, bunu konuşurken ne kadar ödediğime dikkat etmedim. Fişe sonradan baktığımda artışın bu enflasyonda bile fazla olduğunu düşünüp su ve mutfak gazı aldığım bayiye gittim (alnında dev gibi İPRAGAZ yazılı bir dükkan). Aygaz kaç para dedim. Kasadaki şaşırdı, abla bizde Aygaz yok.

“Ama bana Aygaz getirdiniz!”

“Yok abla, biz Aygaz satmıyoruz.”

İkimiz de şaşkın, döndüm. Bugün su getirttiğimde sordum. Her zamanki adamım Mehmet tekrarladı:

“Abla ben getirmiş olamam, bizde yok.”

İçi rahat etsin diye geç içeri, bak, dedim.

Kapağı açtık. ..GAZ okunuyordu. İşte, dedim, kendimden emin!

“Abla, biraz daha çevirirsen devamını göreceksin.”

Ve süklüm püklüm gördüm: İPRAGAZ.

Fahiş fiyata satmak için başka şey satıyorlar (neden ki??)- kazıklanıyorum zincirinin ucunda insanı aklından kuşkuya düşüren madalya gibi bir hata.

Daha da ilginci: Tezgahın altındakinin AYGAZ olduğuna kani olduğum sürece  zihnimdeki resminde tüp metalik gri idi, Aygaz rengi. İPRAGAZ olduğuna uyandığım an “gerçek” renginde, mavi olarak görmeye başladım!

Kendinden gayet emin, “İnan bana! Sana gerçekleri söylüyorum” diyen kırışık buruşuk bir et parçası. (Allahtan onu katlanılır kılan şeylerden biri de kendini tiye alabilmesi.)

Akıntısına kapılmadan kenara çekilip “Sahi mi?” diye sormayı ihmal etmemeliyim. Ancak o zaman durup yaptığı işlemleri gözden geçiriyor. Bir tüp mutfak gazından daha karmaşık, katmanlı şeylerde yanıldığını kabul etmesinin tek yolu da kendi kendine uyanması. Yoksa hiçbir mehmetin onu aldığının A değil B olduğuna inandırabilmesi mümkün olamıyor.

İşte onun için, kan beynime sıçradığında, yüreğim buz kestiğinde, paniğe kapıldığımda yol yakınken ona dönüp “Sahi mi?” demeli.

Kitaptan notlar düşmeye devam edeceğim.

12 Şubat 2023 Pazar

LOKMA

Depremin bu uzaklıktan bile sarsıntısı, çiğnemeyi bırak, üzerine ağzımı kapayabileceğimden çok daha büyük, devasa bir lokma gibi tıkıldı içime. Yutsan yutulmaz, tükürsen tükürülmez. Nefes kesici.

Baktım debelendikçe kötüleşiyor. Eğilim sindirmeye, onun için açıklamalar bulup sorumlular tayin etmeye. Her şeyi yerli yerine oturtup kayan düzeni kafada olsun geri getirmeye.

Ama olmuyor. Hele de işin kolayına kaçıp basitleştirmelerle, ezber açıklamalarla avunamıyorsan doluya koysan almıyor, boşa koysan dolmuyor.

Karşında dipsiz kara ağzını açmış belirsizlik, canhıraş acı karşısında çaresizlik.

Bıçak kemiğe dayandığında hatırladım. Debelenme! Duyguların, içgüdülerin, tepkilerin bu sıcağında aklın 5 yaşındaki bir çocuğun kaldırılacak enkaz karşısındaki avucu kadar. İşin içinden onunla çıkamazsın. Şimdi olmaz.

Kendini uçurumdan aşağı bırakır gibi trajedinin ağırlığına teslim ol. Güçsüzlüğünü kabul et. Öfkeye, nefrete sığınma.

Sonuçta bu, üç müteahhit, beş firma, bir iktidarla kalmayan, çürük çarık harcını üretici, tüketici, denetleyici hep birlikte kardığımız bir zihniyetin, köklü bir kültürün işi olmadı mı? Sorumsuzluk, ciddiyetsizlik, sahtekarlık ayyuka çıkmış olsa da yeni mi? Sahiplenmeme, adam sendecilik, doğru olmanın karşılaştığı müthiş direnç kimin tekelinde?

Davranışlarımızın, seçimlerimizin, seçimsizliğimizin sonuçları olmayacağı yanılsamasını doğa yerle bir etti, suratlarımıza çaldı.

Ektiğimizi biçtik.

Kendimiz ettik, kendimiz bulduk.

10 Şubat 2023 Cuma

DAĞINIK DÜŞÜNCELER, YEKPARE HİSLER

Depremlerle birlikte içine gömüldüğüm his acı, öfke, şaşkınlık değil, bitkinlik oldu. Ağır bir bitkinlik. Algıları donuklaştıran, düşünceyi kapatan.

Çaresizlik onun yerini almaya başladı.

Donukluk, yerini basacak sağlam zemin arayarak üşüşen düşüncelere bırakmaya.

*

Deprem bölgelerinde gönüllülerden gelen haberler felaket. Yıkımın akıl almaz boyutunun tanıkları koordinasyon yoksunluğunda yardımların isabetsiz olmakla kalmayıp kargaşayı nasıl büyüttüğünü aktarıyor.

Kapkara sesli bir plastik cerrah bugün bireysel yardımlardan kaçının, büyük organizasyonlara yönelin, asıl önemlisi uzun soluklu düşünün diyordu: Sayısı artan kimsesiz çocuklar, sahipsiz bebekler ile bakımevlerine ihtiyacımız olacak. Çok sayıda ampütasyon yapıyoruz; protezlere, yardımcı gereçlere. Uzun bir dönem boyunca pek çok şeye. Kaynakların yığılarak işe yaramazlaşan malzemelerle tüketilmemesi, zamana yayılması gerek.

*

Felaket insanın en iyi ve en kötü yanlarını ortalığa boca ediyor. Fırsatçılık, hırsızlık, öne geçme, bundan bile kendine kâr çıkarma, yağmalar kadar varını yoğunu bağışlayan, emeğini, evini sunan, çırpınanlar. Öfke ve merhamet. Nefret ve özveri.

*

Ama yıkımın kişiyi can evinden vurabilmesi için yorumların, tanımların, filtrelerin hizalanması gerek. Bunların başta geleni de ben-benim-biz-bizim kavramlarının sınırları. Deprem siyasi sınırlara duyarsız, Suriye’de de binlerle can alıyor. İçimiz biraz da oraya sızlıyor mu? Ya burnumuzun dibi de olsa ülke sınırı dediğimiz mevhumun tümüyle dışında cereyan etseydi? Irak’ta mesela, Kuzey Irak, İran, “öyle bir yer”de? Deprem bölgesinde görevli olarak bulunan ve sağ salim olan kuzenim ile karısından (ve haber alamadığım bir komşumuzdan) başka kişisel tanıdığım yok ama benim ailem vurulmuş gibi dağıldım, kim bilir kaç milyonumuz da dağıldı. Evin sıcağı, yediğim lokma içime sinmedi, suçluluk doğurdu.

*

Bu arada Suriyeliler mi? Yağma ve hırsızlıklardan (“onlar yapıyormuş!”) silme sorumlu tutuluyorlar. Kendi ülkelerindeki felakete de üzülmek yerine buradakilere bir de acının dönüştüğü öfke düşüyor.

*

Ya Batı? Geçen yıl bu zamanlar en sevdikleri düşmanları Rusya’nın mağduru olan Ukrayna’ya gönüllerini açar, kaynaklarını seferber eder (ak ile kara orada da almaşık: Sığınma hakkı ile silah yardımı -yıkımı durdurmak yerine körüklemek- iç içe), sosyal medya mangalında kül bırakmazken bizde kılları pek kıpırdamadı. (Sağ olsunlar, insani ve maddi yardımda bulunuyorlar ve hiç değilse yardımları silah biçiminde değil.)

Geçenlerde Sakallı Celal’in bir sözüne rastladım: “Bizim ülke hızla Doğu’ya giden bir gemi gibidir. Güvertesinde kimileri Batı’ya doğru bir koşu tutturarak kendilerini orada sanır.”

Ne kadar koşarsak koşalım, hele özenle beslediğimiz güncel iticiliğimizle onların “biz-bizim” dairelerinin dışındayız. Tıpkı tepeden bakarak dışarda bıraktıklarımızın da bizimkinin dışında kaldığı gibi.

*

Malzeme Doğusu Batısı ile bu. Sağlam kirişler, çürük kolonlar üzerinde yükseliyor, doğanın bir silkinişi ve yerel aymazlık bir araya geldiğinde de yıkılıyor.

Ama hep ayağa kalkmak, hatalarını tekrarlayıp bazen de ders alabilmek üzere.