Ukrayna’nın işgaline bu yaygın tepki bir umut bundan böyle benzerlerini caydırır mı?
Tepkimiz objektif
değerlerden, sağlam bir mantıktan kaynaklansa ve sonuna kadar gidebilen bir
güce dönüşebilse belki öyle olurdu. Ama her şey gibi o da yekpare ve tutarlı
bir bütün değil. Orasından burasından itilip dürtülmelerle harekete geçen,
yükselen, bir zaman sürüp hedefe varsın varmasın, enerjisini tükettiğinde sönen
bir atılım.
Görüşümüzü kendi dünyamız
kaplıyor, orada olanı da fazlasıyla büyütüyoruz. Ukrayna! Biz iki arada bir
deredeyiz ve her taşın altında Amerika’yı, sadece de onu gördüğümüzden Amerika
nefretimiz Rusya’ya duyulacak bir infialin önüne geçiyor, failin açıkça o
olduğu durumda bile tepkimiz Rusya’dan önce/fazla Amerika’ya yöneliyor. Amerika’ya
yönelik haklı bir kuşku, güvensizlik, derken nefret kültürel kodlarımıza
işlemiş. Amerika’da bunun yerini Rusya nefreti ve ne yapsa kendine hak bilme,
ayrıcalık alıyor. Ukrayna’yla dayanışma hisleri mi, bu vesileyle dişlerin bir
kez daha ezeli düşmana geçirilmesi mi? Histeriye varan kitlesel bir gölge
yansıtması, şeytan taşlaması mı? Rusya’da Amerika, Amerika’da Rusya. Aslında konuşan
bu nefretler değil mi? Ukrayna araya kaynadı kaynayacak bir tetikleyici. Acınası
halde olanın apaçık o olduğu yerde bile tepkiyi oluşturan unsurların neredeyse
ihmal edilebilir bir parçası kalıyor.
Ukrayna’ya yakılan
ağıtlar, onu öyle edene yağdırılan lanet kendi çerçevemizi doldururken dünyanın
her yerinde bir mi? Batı dışında? Şimdi Tayvan etrafında hır çıkaran Çin olursa
bir Ukrayna tepkisi de o alır. Ya saldırganlık Amerika’dan gelirse?
Tepkimiz sığırcık ya da
balık sürüleri gibi çok sayıda nedenle oluşuyor, şuraya buraya yöneliyor,
yoğunlaşıp dağılıyor. Bu etkilerden biri kuşkusuz resmi anlatı ve propaganda. “Özgür
dünya” ile totaliter rejimler arasındaki farkı bir yazıda rastladığım şu
saptama iyi anlatıyor: Rus yazar duvarın yıkılmasından sonra ABD’ye yerleşmiş.
“Bizim orda önümüze sürülenin propaganda olduğunu bilir, ciddiye almazdık. Burada
insanlar propagandanın propaganda olduğunun farkında değil. Ben Rusya’da değil
burada Marksist oldum.”
Her kafadan aynı sesin çıkması
ve bunun farklı düşünmeye karşı bir engele dönüşmesi hiçbir yerde hayra alamet
değil.
Sonra ucu kızdırılmış bir şiş
aniden batırılmış gibi sığır duyarsızlığında kalmış sürü duygulanımımızın derin
bir sarsıntıyla uyandığı anlar oluyor. Yüzlerce kaçak göçmenin denizlerde
boğulmasıyla uyanamamış merhametimiz cesedi kıyıya vuran bir küçük çocuk ile
şahlanıyor. Geceyi aydınlatan havai fişek misali barutu tükendiğinde de dağılıp
gidiyor.
Sıradan insanlarla
yönetimler arasında da bir araçlığı var tepkinin. Daha sonra çalınacak
minarelerin kılıfı olarak kışkırtılıp döne döne kullanılıyor. Yönetimin kendine
yöneldiğinde ise yok biliniyor, eziliyor, artık yerine göre. Ağırlık güç
sahiplerinde, gerisi kof kalabalık.
Tepki, iradesini koruyan
bir güç olarak da kolektif hafızada yer almıyor. Öyle olsa tarihten ders alıp
hayatımıza geçirirdik. Birinci, ikinci derken üçüncü dünya savaşıyla yanak
yanağayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder