23 Mart 2022 Çarşamba

ANLAMAK MI İNANMAK MI

Ne istiyorum? İnanmak mı anlamak mı? Doğrudan, gerçekten yana olduğumuzu söylediğimizde bu ayrımı ne kadar yapıyoruz?

İstediğim bildiğimi düşündüğümün teyidinden mi ibaret? Mevcut görüşüme, izlenimlerime, yargıma mı inanmak?

Yoksa anlamak mı istiyorum? Çoğunluktan, ezberden ayrılıp bir yere de varacağı garanti olmayan bir yol tutmak pahasına kurcalamak? Kendimle çelişmeyi, tükürdüğümü yalamayı, bilişsel uyumsuzluğun rahatsızlığını, yalnızlaşmayı göze alıp kapıyı şimdilik bilmediklerime, hiçbir zaman bilemeyeceklerime açarak aramayı? Yalnızca koro halinde yükselen sesleri değil, kendi bilme biçimimi de sorgulamayı?

İnanç durağan.

Anlama gayreti ise sürekli bir değişim içinde sonu gelmeyen bir süreç.

Temeli inanç olduğunda tepkim ya o ya o zihniyetine gelip dayanıyor. Saldırganlaşmaya, radikalleşmeye eğilimli.

Belki yalnız anlamaya çalıştığımda haklılığıma bel bağlamanın ötesine geçebilir, savunmamı fiziksel, zihinsel, duygusal şiddet beslemeden yapabilirim?

22 Mart 2022 Salı

TEPKİ

Ukrayna’nın işgaline bu yaygın tepki bir umut bundan böyle benzerlerini caydırır mı?

Tepkimiz objektif değerlerden, sağlam bir mantıktan kaynaklansa ve sonuna kadar gidebilen bir güce dönüşebilse belki öyle olurdu. Ama her şey gibi o da yekpare ve tutarlı bir bütün değil. Orasından burasından itilip dürtülmelerle harekete geçen, yükselen, bir zaman sürüp hedefe varsın varmasın, enerjisini tükettiğinde sönen bir atılım.

Görüşümüzü kendi dünyamız kaplıyor, orada olanı da fazlasıyla büyütüyoruz. Ukrayna! Biz iki arada bir deredeyiz ve her taşın altında Amerika’yı, sadece de onu gördüğümüzden Amerika nefretimiz Rusya’ya duyulacak bir infialin önüne geçiyor, failin açıkça o olduğu durumda bile tepkimiz Rusya’dan önce/fazla Amerika’ya yöneliyor. Amerika’ya yönelik haklı bir kuşku, güvensizlik, derken nefret kültürel kodlarımıza işlemiş. Amerika’da bunun yerini Rusya nefreti ve ne yapsa kendine hak bilme, ayrıcalık alıyor. Ukrayna’yla dayanışma hisleri mi, bu vesileyle dişlerin bir kez daha ezeli düşmana geçirilmesi mi? Histeriye varan kitlesel bir gölge yansıtması, şeytan taşlaması mı? Rusya’da Amerika, Amerika’da Rusya. Aslında konuşan bu nefretler değil mi? Ukrayna araya kaynadı kaynayacak bir tetikleyici. Acınası halde olanın apaçık o olduğu yerde bile tepkiyi oluşturan unsurların neredeyse ihmal edilebilir bir parçası kalıyor.

Ukrayna’ya yakılan ağıtlar, onu öyle edene yağdırılan lanet kendi çerçevemizi doldururken dünyanın her yerinde bir mi? Batı dışında? Şimdi Tayvan etrafında hır çıkaran Çin olursa bir Ukrayna tepkisi de o alır. Ya saldırganlık Amerika’dan gelirse?

Tepkimiz sığırcık ya da balık sürüleri gibi çok sayıda nedenle oluşuyor, şuraya buraya yöneliyor, yoğunlaşıp dağılıyor. Bu etkilerden biri kuşkusuz resmi anlatı ve propaganda. “Özgür dünya” ile totaliter rejimler arasındaki farkı bir yazıda rastladığım şu saptama iyi anlatıyor: Rus yazar duvarın yıkılmasından sonra ABD’ye yerleşmiş. “Bizim orda önümüze sürülenin propaganda olduğunu bilir, ciddiye almazdık. Burada insanlar propagandanın propaganda olduğunun farkında değil. Ben Rusya’da değil burada Marksist oldum.”

Her kafadan aynı sesin çıkması ve bunun farklı düşünmeye karşı bir engele dönüşmesi hiçbir yerde hayra alamet değil.

Sonra ucu kızdırılmış bir şiş aniden batırılmış gibi sığır duyarsızlığında kalmış sürü duygulanımımızın derin bir sarsıntıyla uyandığı anlar oluyor. Yüzlerce kaçak göçmenin denizlerde boğulmasıyla uyanamamış merhametimiz cesedi kıyıya vuran bir küçük çocuk ile şahlanıyor. Geceyi aydınlatan havai fişek misali barutu tükendiğinde de dağılıp gidiyor.

Sıradan insanlarla yönetimler arasında da bir araçlığı var tepkinin. Daha sonra çalınacak minarelerin kılıfı olarak kışkırtılıp döne döne kullanılıyor. Yönetimin kendine yöneldiğinde ise yok biliniyor, eziliyor, artık yerine göre. Ağırlık güç sahiplerinde, gerisi kof kalabalık.

Tepki, iradesini koruyan bir güç olarak da kolektif hafızada yer almıyor. Öyle olsa tarihten ders alıp hayatımıza geçirirdik. Birinci, ikinci derken üçüncü dünya savaşıyla yanak yanağayız.

17 Mart 2022 Perşembe

GRAMAJI DÜŞEN ZAMAN

Sabah kalkıyorum. 

Kısaldıkça kısalan bir gün.

Yatıyorum.

Sabah kalkıyorum.

Zaman, gramajı düştükçe fiyatı artıp koflaşan ekmek gibi. Müthiş bir hızla uçup gidiyor.

Onu neyin bereketli kıldığını hatırlama vakti.

Yekpare bir dikkatle, bölünmeden yaşamak. Şekeri, alkolü, sigarayı bırakır gibi binbir dikkat çeliciden, internetten uzaklaşmak.

9 Mart 2022 Çarşamba

YA?

Bir taraf sana saldırırken ya seni sımsıkı kucaklar görünen tarafın bir elinde ucu sırtında bir hançer varsa Ukrayna?

Seni allar pullarken onun gözünde hasmının canına okumada tutuşturduğu çıradan başka şey değilsen?

Darmadağın oluşun bin değirmene su taşısın diye biri seni yakarken diğeri onun yangınına körükle gidiyorsa?

Eğer öyleyse yüzbinler, yakında milyonlarca insanın seni perperişan terk eder, güzelim kentlerin, yedi düveli besleyen toprağın mahvedilir, nükleer varlığın bıçak sırtında ağzını taraf seçmeyen bir yıkıma açarken bir komedyenin liderliğindeki kahramanlık destanın nedir aslında?

Neye dönüşür?

*

Bir yazı:

https://www.counterpunch.org/2022/03/04/let-them-kill-as-many-as-possible-united-states-policy-toward-russia-and-its-neighbors/

5 Mart 2022 Cumartesi

ONCA ACI VARKEN

Ukrayna emperyalistlerden kurtarılıyormuş.

Hayır, diğer bir emperyalistin pençesindeymiş.

Bir maşadan ibaretmiş Ukrayna.

Tepişen fillerin altındaki çimen.

*

Kanaatlere sığınırken ne yapıyorsun?

Yağan füzeleri, patlayan bombaları, sığınakların soğuğunu, açlığı, susuzluğu, dehşeti, kat kat kaybı, göçü, akan kanı, yiten canları kuru, serin, uzak bir düşünceye, kağıt üzerine çekip orada bırakmıyor muyum böylece?

İn düşüncenin sırtından.

Zırhını çıkar.

Sus ve kalbini aç.

Dur ve hisset.

*

Bu kahvelerde, televizyonda uzun uzadıya teknik direktörlerin, oyuncuların eleştirildiği, yerildiği bir maç sohbeti değil.

Savaş.

Yıkım.

Akılla çıkamam içinden.

Olsa olsa yüreğimle sarmalarım onu.

3 Mart 2022 Perşembe

BIRAK AÇIK KALSIN

Mark Twain, “Gazete okumazsan habersiz kalırsın. Okursan da yanlış bilgilenirsin” demiş.

Neyi nasıl okuyorum?

Sadece girdilere bakar, nasıl’ını ihmal edersem alıştığım yollardan alıştığım sonuçları çıkarmaktan başka bir şey elde edebilir miyim?

Haber, bilgi, yorum diye aldıklarımızın çoğu ezberlerimize su taşımak için seçtiklerimiz ya da o kadarına bile zahmet etmeyip önümüze gelenle yetindiğimiz olmuyor mu?

Kendimi dürtmediğimde bu yola eğilimim beni alıp götürüyor.

*

Açık kalan sorulara tahammülümüz düşük. Onları kuşkuya yer bırakmayan bir kesinlikle yanıtlamak rahatlatıcı. Tanımların şaplak kadar hızlı ve isabetli olması. Kim haklı kim haksız, iyi ne kötü ne. İhanet? Kahramanlık?

Ama noktayı koymak bakışı, kavrayışı öldürmek demek. Olana değil, kafamdaki vesikalığa bakmak.

Olan’da siyah ile beyaz durmaksızın iç içe geçiyor, birbirinin yerini alıyor, başka perspektiflerle, zamanla öyle görünürken tam tersine dönüyor.

Girdilerin ucu bucağı yok. Onların bir kısmı kapalı kapılar ardında dönenler. Bunların bir kısmına zamanla erişebilsek de büyük bir bölümü hep erişimimiz dışında kalmaya mahkum. Oysa cevabımızı izlediğimiz medya, dahil olduğumuz akım tarafından adımıza cımbızla seçilmişlerle yapıştırmakta duraksamıyoruz.

*

Ukrayna’da can kaybı artıyor. Sebep Rusya deyip geçiyoruz. Kim haklı kim haksız, ne yapılmalı ne yapılmamalı, bunları geçerek soruyorum. Can kaybı iki taraflı bir şey değil mi? Şiddete şiddetle karşılık verilmesinden doğmaz mı? Can kaybını durdurmak için silah yardımı yapmak ne anlama gelir?

Uğruna can verilecek özgürlük nedir? Ne kadarı gerçekleşen ne kadarı yanılsama kalan bir vaattir?

Eğilimli olduğum karşılıklara direnerek sorularımı askıya alıyorum.

Bu beni hiç değilse “kötüyü” hep dışımda bulmaktan, ruh aklamaktan, şiddet ya da tohumları, potansiyeli için dönüp kendime bakmaktan kaçınmaktan, başkalarını taşlarken doğruluğuma inancımı pekiştirmenin şehvetinden uzaklaştırıyor. Kuşkuya, kımıl kımıl bir gerçeklik algısına yaklaştırıyor ama yine de bırak soruların açık kalsın diyorum.

1 Mart 2022 Salı

SENİNKİ BENİMKİ

Rus işgaliyle binlerce insan komşu ülkelere sığınırken kalbur da bir o yana bir bu yana sallanmaya başladı.

Sosyal medyada Batı’dan derlenmiş yorumlarda bunların Suriyeliler ya da denizi aşıp gelenler gibi olmadığını, “senin benim gibi insanlar” olduğunu vs okudukça öfkelendiğimi hissettim.

İnsan dediğin beyaz, Hıristiyan, en aşağı orta sınıf olmalı ki kapın açılsın öyle mi!?

Sonra bir durul dedim kendime. Bu, kişi kendini akıntının tersine yüzerek esaslı bir farkındalık ve çabayla eğitmedikçe ham insanlık hali. Onlar hiç değilse “din kardeşlerine” ve şimdilik kabul gösteriyor ya biz? Eşit ekonomik koşullarda tepkimiz ne kadar ve nasıl değişirdi peki?

*

Şef ve Verbier Festival Orkestrası yönetmeni Valery Gergiev’in Putin yanlısı görüşleri konusunda Ukraynalı arkadaşım tavrımızı sormuştu. “Sanatçının ahlaki pusulası olmalı mıdır? Yoksa sanat her şeyin üzerinde midir?”

Tam da sanatı her şeyin üzerinde görmediğim için sanatçıdan sanatı dışında bir beklentim olmadığını yazdım. Kamuya mal olmuş insanların belirli bir etkisi olduğunu kabul etmekle birlikte bunu gözümde fazla büyütmediğimi. Her ne kadar soylu, doğru, evrensel olduğuna inansam da kendi görüşlerimi, tavrımı yansıtmasını beklemenin hepimiz kadar yanılgıya açık ölümlüler olan sanatçıların omuzlarına yüklemediğim bir yük olduğunu. (Gerçekten de, evimi yaptıracağım mimardan benimle aynı şeyleri kınamasını bekler miyim? Diş hekimimden belirli bir tavra benimle birlikte karşı çıkmasını? Görüş şiddete dönüşmediği sürece düşünceden ibaret kalır. Polisliğine kalkışır mıyım?)

Verbier Festivali açıklamasında (https://www.verbierfestival.com/en/media-release-2022-02-28/?fbclid=IwAR3vCBXbvBSM9e7-EIJfr1DDjj3b-DFCkyP8sN3WXw4JoG431V0eHZA22IU) şöyle denmiş:

“Verbier Festivali çalışanları, idarecileri ve yönetim kurulu Rusya’nın Ukrayna karşısında sergilediği korkunç saldırganlığı şiddetle kınamaktadır. Rusya rejiminin Ukrayna halkına dayattığı ihlali üzüntü ve dehşetle izlemekteyiz. Onlar ve saldırganı geri püskürtme cesaretleri için dua etmekteyiz. Verbier Festivali öteden beri müzik aracılığıyla genç ve yaşlı her millet, kültür, geçmiş ve inançtan insan arasında köprüler kurulmasını desteklemiştir.

Dönüp bir daha okudum, hayır, vurguladığım kısım gerçekten böyle.

E hani her inançtan (bu içine görüşleri de almaz mı?) insan arasında kurulacak köprüler?

Savaşla birlikte müthiş bir siyah-beyazlık, tarafgirlik ve kendi safından, görüşünün haklılığından hiç kuşkusuz bir emin olma hali baskınlaşmaya başlıyor.

Ahlak polisliğinin ne kadar tuzaklı bir görev olduğu sakin kafayla idrak edilmiş olsa da bu ateşli ortamda unutulup gidiyor.

Neredeydi bu ahlak pusulası şaşmaz zevat Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, oluk oluk kanayan Yemen’de?

*

Yuval Noah Harari, tarih anlatılarımızdan başka bir şey değil derken haklı. Anlatılarımızın temeli, can damarı da neyi kendimizden sayıp saymadığımız.