Deneyi çeşitli bağlamlarda defalarca yapmışlar. İnsanlara makbul sayılan özellikler açısından kendilerini ortalamanın neresinde gördükleri sorulmuş. Zeka, şoförlük, iyi ilişkiler, anlayış vb. Yüzde 90-95 arası kendini vasatın üzerinde nitelemiş. Şimdi, isabetli bir değerlendirmede “ortalama” kavramının bir anlam ifade edebilmesi için bu oranın yüzde 50 olması gerekir değil mi?
Tepeden bakarken ayaklarımızı bastığımız zemin
bu. Bunu birlikte yapıyoruz. Oklarımızı doğrulttuklarımıza karşı birbirimizin
sırtını sıvazlar, karşılıklı hak verir, kazanın altını birlikte yakarken neyi gözden
kaçırdığımızı bu oyunu içimde oynamadığımda fark ettim. Peki ya sen? Cilandan çok
daha fazlası neyin var ki kendini bu kadar ayrı, yukarıda görebiliyorsun?
Görgü, yol yordam bilmek gibi özellikler
kendini herkesten ayrı, yukarıda görmeni nasıl haklı çıkarıyor?
Bize iyi perdah verildi, doğruya doğru. Yüzey,
görüntü, pırıltıyı içerik, derinlik, dişe gelirlik bildik. Prezantabl
olmayı.
Harikalar Diyarında Alice’in karşılaştığı en
esaslı şeylerden (gerçi hangisi değil ama) biri bana oldum olası o tuhaf çörek
gelir. Aynı çörekten bir kez ısırınca büyür büyür, odaya sığmaz olur da hani,
bir daha ısırdığında fare deliğinden geçecek kadar ufalır ya.
Bunun bir ego mecazı olarak okunması ne kadar
yerinde.
Ego müthiş bir kendine güvensizlik, inançsızlık
ile bunun tam tersi arasında gidip gidip geliyor. Onun bu salınımının adaptif
bir tavır olduğunu söyleyenler var:
Beğenilmemek, eleştirilmek insanın sürü
içindeki yerini tehlikeye sokacağından varoluşa dokunan bir endişe
yaratacaktır. Makbul sıfatlarda “en” olmak güvencede olmak anlamına gelecek.
(Ya da tam tersi, en tepede olunamıyorsa insan kendini herkesten önce kıyasıya
eleştirerek bir teslimiyet tavrına sığınacak. Tıpkı alfa hayvanın önünde yere
yatıp karnını açarak ona teslimiyetini gösteren zayıf hayvanın da sürüde düşük
de olsa yer edinmesi gibi.)
Ortalamanın üzerine kendi niteliklerimizle
çıkamıyorsak bir çözüm de diğerlerini aşağı çekmek, küçültmek.
Bir etkinlikte, ortamda, herhangi bir etkileşim
sırasında gözümüz, kulağımız ilk neyi arıyor? Dikkatimizi olumlu, iyi, güzel
çektiğinde yanına bir “ama” iliştirmeden durabiliyor muyuz? Olumsuzu,
istenilmeyeni görüp çıkarmak bize nasıl bir üstünlük hissi veriyor?
*
Ben oynamıyorum demek kirli fanusun dışına
çıkmak.
Elinden kasap bıçağını bırakmak.
Kendini ne kadar yorduğunu, gözünü nasıl
kararttığını için acıyarak fark etmek.
Onca karayı çalarken algını nasıl tek yanlı,
dar bir yola soktuğunu görmek.
Ufal ki büyüyeyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder