20 Aralık 2018 Perşembe

RUHSAL SOĞUK ALGINLIĞI

(Yazmışım işte. Zaman Kavanozu’ndan)

*       

Bir sabah uyandığınızda kendinizi tanıyamıyorsunuz. Kendim demeye alışık olduğunuz kişi gitmiş, yerine de herhangi bir şey bırakmamış. Sokak kapınızı açıp bambaşka bir mahalleye adım atmak gibi bir duygu bu.

Öyle birdenbire ne olmuş ki?.

Kitaplığınızdaki ağır bir cildin gümbürtüyle yere düşmesi ne kadar birdenbire ise bu da o kadar aslında. Farkına varılan-varılamayan bir dizi mikro hareketin uç noktasında ortaya afallatan bir değişim çıkmış.

Ne olmuşsa olmuş.. Size hiç tanıdık gelmeyen bu kişinin üzerine giyecek bir şeyler geçirip karnını doyurduktan sonra gündelik yaşama çıkarıyorsunuz. Algıları, tepkileri, tepkisizliği ne kadar farklı. Asgari bir eğitim verildikten sonra buraya salınmış (“Gerisini yerinde öğrenirsin artık!”) bir uzaylı gibi. Çevreyle arasında ilişki, ilintiden eser yok. Duygusal hiçbir bağlantı, cevap. Kloru bir türlü uçamayan bir bardak musluk suyu kadar düz, kesif, beyaz. Arada, siz onun zeka seviyesine ilişkin sorular sormaya başlamışken kendinize, şaşırtıcı keskinlikte mizahi cevaplar da veriyor etrafına ama çoğunlukla nüanslı algısını yitirmiş bir dil kadar ağır, paslı.

 * * *

Tanıdık olanın, nirengi noktalarının kayıp gittiği böyle ruhsal soğuk algınlıkları, yaşanırken kolay olmayabiliyor. Bir anda renklerden yeşili, seslerden r'yi algılamaz olduğunuzu hayal edin. Bu da çok farklı değil işte. Deneyimin size en iyi olasılıkla tek bir şeyi, paniğe kapılmamayı öğretebildiği kaygan bir zemin.

Aşina olana döndüğünüzde ise benlik algınızın biraz daha genişlediğini hissediyorsunuz.

Radyo ve çaldığı istasyonlar mecazı bir kez daha canlanıyor.

Alışık olduğunuz, “ciğerini okuduğunuz”, tanıdıklığın rahatına kendinizi kaptırdığınız, siz olduğunu varsaydığınız hal, radyonun berrak bir şekilde yakaladığı istasyonlardan birinden ibaret. “Siz” bu olsaydınız, yayın kesildiğinde, ruhsal soğuk algınlığına kapıldığınızda artık olmamanız gerekirdi. Bir sabah uyanıp da “kendinizi” bulamamak diye bir şey de olamazdı o zaman, öyle değil mi?

Alışkanlık, kolaylık, vb. adına yaptığım bu özdeşleşme, kendimi bildiğimden, tanıdığımdan ibaret sanmak pek doğru değil demek.

Ben, gürül gürül ya da biraz parazitli aldığı veya hiç alamadığı istasyonlardan duruma göre değişen biri değil, radyonun ta kendisiyim o halde?.

Bu da demek ki ibrenin iki istasyon arasındaki boşluğa düşmesinde korkulacak bir yan yok. Üst solunum yollarının başına gelen, pekala ruhun da başına gelebiliyor..

*
Derin bir kedere eklenen fiziksel bir soğuk algınlığı sırasında hatırladım. Nursuz kış göğü altında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder