29 Mart 2017 Çarşamba

İNŞAAT GÜZELLEMESİ

Apartman tadilatının üçüncü haftası.

Yıkıcılar işlerini bitirdi. Sıra moloz atıcılarla yapıcılarda.

İrili ufaklı, suratsız, gülümser sekiz on adam adımları birbirine dolanmadan gidip geliyor, pencerelerin önünde, iskelenin tepesinde belirip kayboluyor.

Adımlarının değil ama seslerinin birbirine dolanmasıyla (Philip Glass’ın elimdeki otobiyografisiyle iyice sivrilen kulağımda) ortaya ilginç yapıların çıkıp çıkıp birbirlerinin yerini aldığını fark ettiğim an işimi bırakıp cümbüşü kendiliğinden oluşan bir ses enstalasyonu olarak dinledim.



Bir yanda haşır haşır kürelenen molozların beşinci kattan aşağıdaki kamyona sarkıtılan sert plastik boru boyu yuvarlanırken çıkardığı uzadıkça derinleşen homurtu (yeraltından sesler). Diğer yanda çeşitli uzaklıklardan yükselen çekiç-matkap takırtı, vınlamaları, boruya kürelenecek iri parçalara girişen balyozların duvarları titretip zemini yerinden oynatırken dağınık başlayıp uyumlanan atışmaları (gürültü bile kendiliğinden ahenge yöneliyor). Aşağılardan gelen çimento karma sesleri. Derken badana kazıyıcıların çeşitli peslik-tizlikte uzun şeritler halinde çıkardığı hışırtılar, açılıp kapanan alet kutularında çarpışan metal parçaların şıngırtısı.. Kesintili kesintisiz, baskın veya kenarda sesler sesler. 

Hareketin kendiliğinden oluşturduğu, mesafe, aralık ve malzemenin derinlik, berraklık, boğukluk verdiği akışlar.

Bu zemine serpilen insan sesleri. Yanık bir türkü, gülüşmeler, arada bir ıslık, bağırışlar, kaslar kadar güçlü hançerelerden yükselen seslenmeler. Türkçe, Kürtçe, şive şive konuşma.

Hiç beklenmedik bir anda kırk deliğin hizalanmasıyla gelen kısacık sessizlik.

Hepsini kuşatarak toz toprak ve hummalı faaliyet üzerinde yükselen dingin, ışıl ışıl bahar göğü.


Algımda bir kez daha kaosun ahengi.

28 Mart 2017 Salı

28 MART

Bir yıl önce bugün sigarayı bıraktım.


Kendimi geçen zamanın hesabını tutarak çekimine geri kapılmaktan koruma girişimi değil bu, sadece damdan düşercesine oluvermesini gülümseyerek ve de şükranla andığım bir gün.

Yaşadığın gerçekliğin doğruluğundan kuşku duymamak için onunla çelişen diğerlerini, öncekileri ayaklar altına alma (sigara içtiğim zamanı yerden yere çalma) ihtiyacı da değil. Alışkanlığın vaatlerinin yaldızı patır patır dökülüp kendinden ibaret kaldığında yeterince tuhaf, itici, üzüntü/acıma uyandırıcı.

Bütün bağımlılıklar gibi bir dopamin vaadi. Devam et, tekrarla, mutlu ol. Oysa kötü sevgili gibi; ödülün sevgilinin varlığı olduğunu sanıyorsun. Halbuki yokluğunun kendi yarattığı sıkıntısından bir kez daha kurtulmaktan ibaret. Doğurduğu zorlanımla, bu sıkıntıyı aştığında seni asıl mutlu edecek yokluğundan koruyor.

Sigarayı bırakırsam nefesim kesilecek gibi gelirdi. Öyle olmadığı belli ama insanı takıldığı yerde tutan, başta bu takıntıyı yaratan us dışılık zaten.

Kedinin kokusunu aldığı anda kaçacak delik gerekiyordu içimdeki fareye. Sigara o delikti. Önüne en enti püfünden en irisine bir engel mi çıktı, yak bir sigara, tüy deliğine. Bırakalı ne getirirse getirsin anda kalma becerim güçlendi. Tamam, elbette tek başına sigarasızlık sayesinde değil, yine de kaçacak delikleri kapamanın bunda epey bir rolü var.

Zamanı yapılandıran bir iskelet, tempo tutucu, işaretleyiciydi. Noktalama işaretleri gibi. Sonu getirilen, ara verilen şeylerin, sevincin, isyanın, soruların, havada asılı kalışların nişanı. İskeleti gittiğinde zaman başta yığıldı, biçimsizleşti, temposu şaştı. İnsan boşluğun kalıcı olmayışına güvenebilir; bir yapının çözülmesi başkalarına yol veriyor. Aklım bir sonraki kaçışta yaşamadığımda zaman, serin yere konan bal kıvamına geliyor; yoğun. Orası burasından bölünmeksizin müthiş bereketli. Doyurucu. Asıl o vakit doyurucu. Kaldığın, zırt pırt kaçmadığında. (Kendimi nelerden mahrum bıraktığımı sayıp dökmekten bıkmayan ekran bağımlılarına hayatla, zamanla ilişkide ellerindekinin de sigaradan farklı olmadığını söylüyorum ama nafile tabii.)

Sigara kaçış olduğu kadar dönüp kaçışına araç olduğu her şeyle kucaklaşmaya dair derin bir arzuydu da. Ciğerlerime inen dumanın sarmalayıcılığı.. Somutlaşmak, fizikselleşmek.

Aracılar, ikamelerle vakit kaybetmemek, konunun özünden uzaklara savrulmamak için bağımlılık haline getirdiklerime sormayı öğrendim: Sen neyin yerine geçiyorsun? Neyin temsilisin? İhtiyacı doğrudan nasıl karşılarım?


Köklü bir değişime atılırken bel bağlayabileceklerinden biri de her şeyin kendi momentumunu yaratması. Sigaranın sigarayı çektiği gibi sigarasızlık da sigarasızlığı, havanın hava olarak saflığına geri dönüşünü çekiyor. 28 Mart’ta çekimi sıkıntısına ağır basıveren bu yola adım attım.

22 Mart 2017 Çarşamba

JOHN CAGE’E SELAM OLSUN

Perdeyi buz tutmuş fırtınalı bir deniz gibi görünen terasa açtım. Deşilen yüzeyi alt alta üst üste enli parçalar halinde uzanıp gidiyordu.


Yeni bir gün, gürültünün ikinci perdesi.

Her biri farklı bir yöneticinin kandığı farklı bir müteahhit tarafından bu kez kesin izolasyon çözümü olarak döşenmiş kat kat işe yaramaz yalıtım, orijinal inşaat seviyesine kadar parçalanıyor. Evin kendisinden geniş bir teras alanında bu, beş iş günlük kompresör ve balyoz şenliği, duvarlar ve zeminden kemiklere geçip onları zangırdatan titreşim, toz toprak ve işçi trafiği demek.

İlk gün laptopumu alıp gürültüden en uzak noktaya gittim, arkamdan köpekbalığı kovalıyormuş gibi bir azimle çevirimi bitirdim. Kompresör kürek mahkumlarına tempo tutan davulcu gibiydi. Onun kadar kesintisiz çalıştım.

Paralel bir akışta, saldırgan bir uyarana nasıl karşılık verileceğini düşünüyor, yokluyordum. Böyle bir gürültü rahatlıkla bir zorba gibi algılanabiliyor. O zaman da asıl sorun gürültünün kendisinden çok ona atfettiğin nitelik haline geliyor. Zorba, huzurunu kaçıran, seni hiçe sayan… Böyle böyle birbirine eklenen bir yığın nitelik, çağrışım. Sonra ona itiraz etmek, yakınmak, şikayete giden yığınla enerji. Ve sonunda vuku bulan şeyden değil, ona dirençten bitap düşmek.

Akşamüzeri tefekkür ve meditasyonun yardımı olmasa olacağımdan çok daha az ama yine de yorgundum.

*
John Cage kendi yağıyla kavrulmaya çalıştığı dönemde Manhattan’da parasının elverdiği bir daire tutmuş. İşlek bir cadde üzerinde, çok gürültülü bir yer. Gürültüden önce nefret etmiş. Sonra başka bir seçenek olmadığından bununla yaşaması gerektiği gerçeğine karşı durmayı bırakmış. İtmeye, kaçmaya, kaçınmaya çalışmayı. Dönüp yüz yüze gelmiş. Ve som bir dikkatle kulak vermiş. Gürültü o vakit yekpare bir sıkıntı kaynağı olmaktan çıkıp kendini açık etmiş. Nüanslarını, dalgalanmalarını, her bir anının eşsizliğini. Tizlerle peslerin neredeyse kontrpuan denecek geçişimini.

Dinlemiş ve anlamış. Bir daha da nefret etmediği gibi gürültünün o günlerinin dilediği an öne geçirmeyi bildiği arka planı olmasından neredeyse tat almış.

Yaratıcılık yoktan var etmekten çok olanı dönüştürmektir belki.

*
Kırıcı ustayla çırağına kapıyı açtım. Kusura bakma abla dedi mahcup, sanki kırıp dökmek önüne geçemediği bir zorlanımdı da bana istemeden zarar veriyordu. Çırağını duvarlara değmemesi için uyardı, sabah güneşinin alabildiğine tazelikle serdiği ışıklı yolluktan terasa çıktılar. Onlar kıyamet aletlerini hazırlarken soprano, alto blok flütlerle teneke düdüğü şöminenin üzerine dizdim, önüne nota sehpasını koydum.

Birlikte başladık.

Onları bastıramazdım, buna yeltenmedim bile ama sesimi hiç olmadığı kadar yükselttim. Beni maskelemelerinden istifade özgürce üfledim. Gavotlar, menüetler, türküler, İrlanda halk şarkıları, Barok.. Sesim güçlenmekle kalmadı, nicelikten devşirme bir de güven geldi.

Bir süre sonra tuhaf bir şey oldu. Bu iki ses kaynağı ayrı şeyler olmaktan çıktı, kompresörü de içime aldığım duygusuyla devam ettim. Yüksek bir duvara cüsseli bir gölgesi düşen ufak tefek bir şeydim de sanki, gölgem beni değil, ben gölgemi yutup kocamanlaşmıştım.


Bu akşamüzeri ne yorgunum ne bir şey. Kafam da içim de hafif, ışıklı.

12 Mart 2017 Pazar

ÇAKA SÖNE

Kandilli’den Emirgan’a motorla geçiş. Günbatımında lacivertleşen suların hafif çalkantısının hemen iki karış üstlerinde leğen kemiğim ile boynum arasında gidip gelişi. Beşik tekneden siluetleşen kıyıların, sönmeden an önce parlayan kızıllığın seyri.

*
Tiz, perde perde bir martı çığlığı. İyot kokulu, büyük.

Tophane-i Amire’de Vasarely retrospektifi. Gençliğim.

Boğazkesen boyunca sıralanmış tasarım dükkanları. İrili ufaklı. Renkli, yaratıcı. Kapanan galeriler.

Beşiktaş. Cumartesi akşamüzeri Sinan Paşa Çarşısı. Curcuna.

Meydan. Gürül gürül akan insan ırmaklarına yan sokaklardan, geçitlerden karışan insan dereleri. Girdaplar, girdapcıklar.

Hareketi kah bütün halinde kah gözüm, gönlüm ve düş gücümle yaklaşıp bir kanaviçe motifini ilmik ilmik izler gibi bireylerde hissetmek.

İstanbul.


Köyümün gece sessizliğini bir uçtan diğerine yırtan bir gemi düdüğü.