Semt, şehrin neredeyse bir binaya bir cami yönünde
ilerleyen dizilişinden çok eskiye dayanıyor. Epey bir alanın tek camii iki
sokak aşağıda. Açığı yükseltilen sesiyle kapıyor. Yüksek ses de yarım kavanoz
tuz boca edilmiş tencere yemeği misali diğer her şeyi bastırıyor, üstüne
çıkıyor.
Dayatma olarak algılamak ezici.
Onun yerine çoğu zaman kulak veriyorum.
Yeni ezanların operatik birer gösteri, iddialı yarışlar
halinde icra edildiği bu devirde semt camiinin şimdiki müezzini yeteneğini
dinleten bir tenor. Ama ne tenor!
Dünyanın bu kesiminden bihaber bir yerden gelmiş olsam
onun pesten tize dalga dalga inişlerinde yürek deşen, ciğer yakan bir yakarışın
kişisel trajedisini işitirdim herhalde. Çok içten, kapıp koyvermiş, ruhunu lokma
lokma edip kanının son damlalarına katık etmekte.
Kaynakları ne kadar çoğaltılıp sesleri yükseltilir,
yayıldıkları zaman bin bir ses oyunuyla uzatılırsa ezan ulvilikten o kadar
uzaklaşıp müezzinden müezzine bir O ses
Türkiye yarışına dönüyor sanki.