2 Eylül 2016 Cuma

BAZEN HER ŞEY

Etrafımı sıkıca kuşatmış binaların arasındayım. Eskimiş modern hatlı, şehir havasıyla kirlenip kararmış. Göğü ve yeri kapatıp kaplamış bir beton-çelik-cam vadisinde. Dik açılar, üçgenler, hiçbir eğrinin olmadığı keskin çizgiler. Işık da bunlardan yansıdığı kadar. Loş, metalik.

Başımı kaldırdığımda karşımda iki binayı birleştiren camlı bir tünelde soldan sağa hızla akan bir kalabalık görüyorum. En önde giden iri yarı adamın milliyetini kestirmeye çalışıyorum. Kafilenin alfa erkeği sanki. Yerli de olabilir yabancı da. Ama arkadan gelenler yabancı. Yaşlıca bir kadın durup cama dayanıyor, çıkarıp bir sigara yakıyor.

Dikkatim görüntülerden seslere kayıyor birden. Şehir uğultusu, evet. Dalgalar halinde yükselip alçalırken bu dalgalar birbirlerini dinlemeye, işitmeye ve cevaplamaya başlamış gibi. Oradan bir tizlik, buradan onu kucaklayıp bambaşka bir cümleye oturtan peslik.. Bu rastlantısal müziğe uzun uzun kulak veriyorum. Malzemesi boktan -gürültü- ama ortaya çıkan ahenk.

Sağdaki binanın çok geniş merdivenleri başındayken sevgilisiyle vedalaşan bir kadının sesi geliyor: “Görüşürüz hayatım!” Arkasından kendi kendini yankılayarak hayatım.. hayatım dediği adam yanıma geliyor. Merdivenlerdeki trafiğe karışarak yukarı çıkarken öteden beri tanışıyormuşuz gibi lafa ortalık yerinden başlayarak geçende bir yerlerde gördüğü kırmızı boneli işçi kadınları anlatmaya başlıyor. Görünümlerinde öyle bir uyum varmış ki ağzı açık kalmış. Belediye başkanına göstermek üzere çektiği, yanlamasına bitiştirilmiş aşağı yukarı iki vesikalık boyutunda fotografı gösteriyor. Kırmızı bonelerin hizalanışı gerçekten pek hoş.

Bazen öyle oluyor diyorum, her şey ahenge giriyor.

Deminki sesler gibi.

*

Yakında İstanbul’a gideceğim. Bu rüya onun mu hazırlayıcısıydı acaba?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder