BBC’nin dört bölümlü belgeseli The Century of the Self / Ben Devri’ni yaban hayatı ve başarılı bir
sirk kumpanyası üzerine yapılmış karma bir belgesel gibi seyrettim.
Dizi, Freud’un kitlelere ilişkin umutsuz, karanlık bakışı
(ince, kırılgan bir rasyonalitenin hemen altında vahşi, yıkıcı bir
irrasyonellik tarafından yönetilen tehlikeli kalabalıklar) ve buna karşı getirdiği
önerinin (kitlenin güdülmesi gerektiği) toplumsal manipülasyona nasıl yön
verdiğini anlatıyor.
Freud’u hiç haz etmediği Amerika’da bu kadar popüler
kılan, yeğeni Edward Bernays olmuş. Propagandanın kitleleri yönlendirmedeki
rolünü görüp kötüye çıkan bu ad yerine ona yeni, saygın bir etiket –Halkla İlişkiler-
veren o. Önce büyük şirketlere çalışan Bernays, bilinçaltı arzularına ulaştığınız
insana fikir-ürün-hizmet, satılamayacak hiçbir şey olmadığından hareketle
üretimin ihtiyaca yönelmekten çıkıp körüklenen arzuların tatminine, tüketime çevrilmesinde
esaslı bir rol oynamış. Sonraki pazarlama konusu doğal bir geçişle siyaset olmuş. Toplumun
anonim bir zerresi olmaktan çıkarılıp birey
olduğu muştulanarak özgür iradeli, rasyonel bir aktör kimliği biçilen, bu
kimliği ile de kukla gibi oynatılan seçmen ile. (Varoşlardaki kaçın kurası
çekyat vb satıcılarını çağrıştırdı bana. İncelik farkı bir yana, satış
gerçekleşene kadar aynı yılışık “müşteri velinimetimizdir” tavrını ellerini
ovuştura ovuştura sergileyen tilkileri.)
Anna Freud ile Amerika’da yaygınlık ve otorite kazanan
psikanaliz ve buradan elde edilen bilgiler yalnızca pazar ekonomisinde değil,
onun bir türevine indirgenen demokraside de bir manipülasyon aracı olarak
alabildiğine kullanılmış.
(Yapım 2002 tarihli. İnsan bir an ya Obama, Hillary
Clinton, Donald Trump diyecek oluyor ama sonra bunların tema üzerine
çeşitlemelerden ibaret olduğuna geliyor.)
Demokrasi ve özgürlüğün yapay bir kimliğe seslenen herhangi bir mal gibi tüketimle eşitlendiği, seçme özgürlüğünün koca bir balon olduğu bir batı masalına bir de altında Freud ile bakmak ilginç
Türkçe altyazılısı için de: