Oğuz Öztuzcu’nun adı kısaca fotograf olan çalışmaları
karşısına bir kez daha müzik dinler gibi geçtim.
Görüntünün fotograftan taşıp resme kaydığı her bir eseri
buradan da seslere dönüşüyor çünkü. Kah klasik kah çağdaş, akışı kadar anı ustaca
uzatışı, duruşuyla da görsel bir
müzik..
Algılar birbirini müthiş bir dinamizmle (bazen de
meditatif bir sükunet içinde) canlandırırken en ufak bir savruluş duyulmaması
da onun mimarlığından gelen vurgulu sağlamlık-denge bilincinden olmalı diye
yakıştırdım.
Yeniden kurgulanan hurdalar, birlikte yaşamak zorunda
olduğumuz çerçöp, varlıkla yokluk arası şöyle bir gelip geçen insan bedenleri,
kolektif bilinçdışına vuran mitolojik öyküler..
Neyi nasıl anlatmayı seçerse seçsin, beş koldan duyulara
seslenmeyi nasıl başarıyor?
Cevap, yaratıcılığın beşiği olarak gördüğü o “ara alanda”
olmalı.
Tıpkı yaşamın sudan karaya çıktığı o geçiş dönemindeki
gibi, diyor, yaratılışın en hummalı olduğu düzlem sanatta da her dalın kendi
araçlarıyla ortaya koyduğu ortak bamtelleri.
Oğuz çalışmalarını sanatın dallara ayrıldığı noktanın
öncesindeki bu ortak duyarlıklar alanında karıp yoğuruyor.
Doluluk-boşluk, ışık-gölge, duruş-hareket, kontrast-uyum,
doku, ritim ve bunlar arasındaki denge sanatın her dalının temel taşları. Kendinizi
tek bir alanla sınırlamadığınızda mimariyle zenginleşen resimler, müzikten çok
şey öğrenen fotograflar, sinemalaşan görüntüler yaratabiliyorsunuz demek.
Ve Oğuz kavramın en olumlu anlamında bir mükemmeliyetçi. Söyleyeceğin
sadece sessizlikten daha değerliyse konuş diyen Arap atasözüne hakkını sonuna
kadar veriyor; çakışık algı filtrelerinden süzülmüş sözünü en has haliyle,
tekrarlara kaçmadan paylaşıyor. Bana da salık verdiği gibi: Az ve öz.
7 Şubat’a kadar Mimarlar Odası, Büyükkent Şb. Sergi
Salonunda (Kemankeş Cad. No. 31, Karaköy)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder